Makale

8 Mart’ın tarihçesine damga vuran yangın

Bir tarih çalışması…

TRİANGLE GÖMLEK FABRİKASI ALEV ALEV

8 Mart’ı geride bıraktık. Her sene olduğu gibi, bu sene de 8 Mart’ın anlam ve önemini ifade eden konuşmalar yapıldı, tarihçesi anlatıldı. Tarihçede hikâyesi biraz değişikliğe uğramış  olsa da, bir yangından sözediliyor. Bu yazımızda, 8 Mart’ın tarihçesinde önemli bir yer tutan bu yangından ve onu hazırlayan koşullardan söz edeceğiz…

Selgin Zırhlı Kaplan

8 Mart tarihçelerinde, gerçekte yaşanmadığı halde tekrarlanan bir şekilde, 1857 yılında grevdeki kadınların fabrikaya kilitlenmesinden ve çıkan yangında hayatlarını kaybetmelerinden sözediliyor. Amerikan yangın tarihi incelenirse, esasında öyle bir yangın olmadığı görülebilir. Kayıtlı belgelerde, sanayi üretiminin başlangıcından itibaren gerçekleşen bütün yangınlar yer alıyor. Bu yangınlar içerisinde, tarihçede anlatıldığı gibi, bir grev ve kapıların kilitli olmasıyla örtüşen tek yangın 1911 yılında Triangle Gömlek Fabrikası’nda çıkan yangındır. Kilitlenmelerinin sebebi grev değil, mola verilmesini önlemek… Sözü edilen grev, Uluslararası Kadın Giyimi İşçileri Sendikası’nın (İLGWU) 1909 yılında örgütlediği ve Triangle işçilerinin başlattığı büyük New York Şömizye Bluz İşçileri Grevi (diğer adıyla: 20 binin isyanı)…

Triangle yangınını araştırırken, o dönemde kadın işçilerin çalışma koşulları, sendikayla ilişkileri, işverenlerin tutumu hakkında bilinmeyenleri gün yüzüne çıkartmaya çalıştık.

Hazır giyim endüstrisinin gelişimi

1880’lerde hazır giyim endüstrisi, büyük ölçüde teknolojik gelişmelere uğrar. Hızlı nüfus artışı ve kentleşmeyle birlikte satış mağazalarının artması, giyim sektörünün hazır giyime yönelmesine yol açar. 1889’da 39 bin işçi istihdam eden kadın giyimi sektörü, on yılda bu sayıyı ikiye katlar. New York’un sanayi merkezi olmasının bunda büyük rolü vardır. Mal ve hammadde ticaretinin merkezinde oluşu, büyük depolara sahip olması, ipek ve yün ithalatçılarının, düğme ve her çeşit giysi aksesuarı üreticilerinin burada konumlanması hazır giyim sektörünün hızlı gelişmesine olanak verir.

20 binin ayaklanması…

Yirminci yüzyılın başında, giyim endüstrisi New York’un en çok işçi istihdam eden sektörüydü. 1908 ekonomik krizinden sonra ücretler epey düşmüş, kullanılan iğne-iplik, elektrik ve oturulan sandalyelerin ücreti işçilerden kesilmeye başlamıştı. 65 saate varan haftalık çalışma süreleri bazen 75 saate çıkıyordu, haftalık ortalama ücret ise 5 Dolar’dı.

Triangle fabrikası da diğer fabrikalar gibi kötü çalışma koşullarına sahipti; daha önce iki yangın tehlikesi atlatmıştı. İşçiler, bu koşullara karşı mücadele etmek için örgütlenmeye başlamıştı.

Triangle fabrikasının sahipleri Harris ve Blanck, sendika karşıtı tutumlarıyla tanınıyordu.1909 sonbaharında 150 sendika (Uluslararası Kadın Giyim İşçileri Sendikası İLGWU) sempatizanının işine son verilmişti. 1909 Eylül sonunda Triangle işçileri greve çıkmış, ancak işverenlerin baskısıyla polisler greve müdahale etmişti. Grevcilerin tamamına yakını, sudan bahanelerle tutuklanmıştı. 5 hafta boyunca Triangle patronları, grevi kırmak için her yolu denemiş, para karşılığı çetelerle anlaşıp grevcilere saldırtmıştı. Aynı zamanda işçileri sendikalaşmadan vazgeçirmek için “Triangle Çalışanları Yardımseverler Derneği”ni kurarak “Başka bir sendikayı destekleyenler işten çıkartılacaktır” tehdidini kullanmışlardı.

22 Kasım 1909’da, İLGWU’ya bağlı Local 25 Sendikası, genel grev çağrısı yapar. Cooper Union binasında, grevin sakıncaları üzerine yapılan uzun tartışmaları dinledikten sonra Triangle işçisi 19 yaşındaki Clara Lemlich, kalabalığın içinden sıyrılarak şöyle seslenir: “Ben de birkaç şey söylemek istiyorum. Anlatılanları yaşayanlardan biri olarak daha fazla susmaya sabrım yok. Hemen şu anda grev kararı alınması için oylama yapılmasını öneriyorum.” Bu sözler ayakta alkışlanır ve o gün salondan grev kararı çıkar.

25 Kasım 1909’da yaklaşık 40 bin işçiyi istihdam eden, New York ve civari, Philadelphia ve Baltimore’dan 600 gömlek fabrikasında çalışan, yüzde 80’i kadın, 20 bin gömlek işçisi greve çıkar. Temel talepleri, alt işveren (o dönemdeki taşeronluk) uygulamasına son verilmesi; 52 saatlik çalışma haftası; günlük ücretsiz fazla mesainin 2 saati aşmaması; ücretlerde yapılan malzeme ve elektrik bedeli kesintilerine son verilmesiydi.

4 Aralık 1909’da 1000 kadar grevci kadın, kendilerine yönelik kötü muamele ve şiddete dikkat çekmek amacıyla belediye binasına yürüdü.

Şubat 1910: Grev başarıyla bitti…

ABD tarihi belgelerinde “en büyük kadın grevi” olarak adlandırılan grev, Şubat 1910’da sona erer. Çoğu talepleri kabul edilir. Grevden önce yüzlerce üyesi olan İLGWU’nun artık 20 bin üyesi vardır. Sadece bir şirket sözleşme imzalamayı reddeder: Triangle Gömlek Firması…

2 Şubat 1910’da Kadın Sendikalar Birliği, Politik Eşitlik Birliği, New York Liberal Kulübü ve Sosyalist Kadınlar Komitesi grevcilere yönelik kötü muameleyi proteste etmek ve tutuklu bulunan grevci kadınlara yardım toplamak, kefalet ve para cezalarını karşılamak; grev ödeneğine gelir elde etmek için Carnegie salonunda bir toplantı düzenler.

Salon destekçilerle dolup taşmıştır. 300’ün üzerinde kadın destekçi, üzerinde “TUTUKLU” yazılı kağıttan şeritleri göğüslerine takar… Duvarlarda asılı dövizlerde “Grevci suçlu değildir” ve “Herkesin greve katılma hakkı vardır” sözleri yazılıdır.

Çalışan kadınlara da oy hakkı gerek…

Kadın Sendikalar Birliği yönetim kurulu üyesi ve kadın giyim işçisi Rose Schneiderman, grevci kadınları yalnız bırakmamak ve şiddet olaylarını azaltmak için kadın hakları ve oy hakkı savunucusu kadınlarla işbirliği için de çabalar. Oy hakkı savunucularının grevcilerle buluşmasını organize eder. Politik görüş ayrılığına rağmen, uzun bir süre oy hakkı mücadelesine katılır.

Meslektaşları Rose Schneiderman ve Pauline Newman gibi Clara Lemlich de kadınların hem işyerinde, hem dışarıda yaşam koşullarının düzelmesi için oy hakkının şart olduğunu düşünüyordu: “Üreticinin, işverenin, formenin, müfettişin oy hakkı var, ama çalışan kadınların yok. Çalıştığı binanın temiz ve güvenli olmasını; çok uzun süre çalışmamayı talep ettiğinde yetkililer onu dinlemek zorunda değiller. Albani (New York’un eyalet başkenti) meclisindeki erkekler patronları ve formenleri temsil ettiği kadar kadınları da temsil etmediği sürece adalet olmayacak, eşit koşullar olmayacak. İşte bu yüzdendir ki çalışan kadınlara da oy hakkı gerek.”

“Vasıfsızlar örgütlenemez”

O dönemde sendikalara ilişkin dikkat çeken noktalardan biri, Kadın Sendikalar Birliği’nin (WTUL) bağlı olduğu Amerikan İşçi Federasyonu’nda (AFL) uygulanan bir kural. AFL, vasıflı işçilere ve erkek işgücüne dayanıyordu ve vasıfsız işçilerin -ki genellikle bu kesimi kadınlar oluşturuyordu- “örgütlenmemesi” gerektiğini savunuyordu.

Kadınların sendikalarda örgütlenmesine yardım etmek ve çalışma koşullarını iyileştirmek için 1903 yılında kurulan Kadın Sendikalar Birliği, uzun yıllar AFL yöneticileriyle iyi ilişkiler geliştirmek için çaba harcar; Kadın Sendikalar Birliği’nin, AFL’ye sunduğu destek ve kadınların sendikalarda örgütlenmesini arttırma önerileri uzun yıllar görmezden gelinir.

Eylül 2009’da Triangle’li kadınların başlattığı greve Kasım 2009’da tüm New York şömizye bluz sektörünün tamamına yakını katılır. Şubat 2010’da sona eren grev Triangle işverenini epey zorlamıştır. Blanck ve Harris, 25 haftalık grev bittikten sonra üretim açığını kapatmak için daha fazla üretim yapmaya başlamıştı. Grev hikâyesiyle yangın hikâyesi işte burada birleşiyor…

Triangle’nin hikâyesi…

Triangle’nin kurulu olduğu Asch binası, New York’un zengin yatırımcılarından Joseph J. Asch tarafından 1901 yılında, John Woolley adlı mimar tarafından ‘yangına dayanıklı’ olarak tasarlanır (O dönemin yasalarında gerektirmediği halde yangın çıkışı, yangın söndürme başlıkları ve dışa açılan kapıları vardır). Günümüzde Brown binası adıyla bilinen bina, New York’un Manhattan bölgesinde Washington Meydanı No: 23-29 adresinde inşa edilmiş.

8_mart_tarihceAsch binasının sekizinci katında, Triangle Gömlek Firması, aynı adla bir şömizye bluz fabrikası açar. Yüksek boyunlu, pamuklu kumaştan veya saf ketenden, bol dantelli ve işlemeli bir tür kadın gömleği olan şömizye bluzları üreten fabrika, 1890’ların başında Rusya’dan New York’a gelen Max Blanck ve Isaac Harris adlı yahudi göçmen ortakların kurduğu bir şirkettir. İlk olarak 1900 yılında Wooster caddesinde faaliyete başlayan Triangle gömlek firması, daha sonra Ağustos 1901’de Asch binasının inşaatı tamamlanır tamamlanmaz, sekizinci katı için 30 aylık kira sözleşmesi imzalar. “Gömlek kralları” olarak da anılan Blanck ve Harris ortaklığı iyi iş yapar ve bir iki yıl içerisinde binanın dokuzuncu ve onuncu katını da alırlar. 1908 yılına gelindiğinde, ortakların kârı bir milyon doları geçmiştir. Blanck ve Harris, şehrin en büyük şömizye bluz üreticileri olmuştur. Bu kadar karın ve hızlı yükselişin bir karşılığı olacaktır elbet: Üç katta çalışan yaklaşık 1000 Triangle işçisi için kötü çalışma koşulları, düzensiz, uzun çalışma süreleri; insanca yaşama sınırının çok altında ücretler.

Amerika’yı değiştiren yangın

Takvimler 1911’in 25 Mart’ını gösterdiğinde, Asch binasının son üç katında faaliyet gösteren Triangle Gömlek Firması’na ait şömizye bluz fabrikasının kadın, erkek ve çocuk işçileri sabahın sekizinde makinalarının başına çoktan geçmiştir. Haftasonu olduğu için, o dönemin anlayışıyla “erken” paydos ederler: Öğleden sonra 4:45… Sönmemiş bir sigara izmaritinden kaynaklandığı tahmin edilen yangın, sekizinci katta başlar.

Kağıt ve kumaş artıklarıyla dolu olan atölyede yangın hızla yayılır ve önce dokuzuncu katı sonra onuncu katı sarar. Ne olup bittiğini anlayamadan kaçışmalar başlar, asansörlere, yangın merdivenlerine koşulur. Ancak sadece bir asansör çalışır haldedir ve yangın merdivenlerine açılan kapılar kilitlidir. Zaman alevlerden yanadır…

Yangında bu kadar çok kayıp verilmesi fabrika sahiplerinin iş çıkışı hırsızlığa karşı çantaları daha kolay kontrol edebilmeleri için asansör sayısını bire indirmelerine; izinsiz dışarı çıkmalarını önlemek için yangın merdivenlerine açılan kapıları kilitlemelerine bağlanıyor. Buna ek olarak itfaiye araçlarının zamanında gelmemesi, atlarla çekiliyor olması ve yangın söndürme araçlarındaki merdivenlerin binanın sadece altıncı katına ulaşabilecek yükseklikte olması da sayılabilir. Son umut kurtulmak üzere atlayanları tutması gereken ağlar da dayanıksız malzemeden yapılmıştır; hiçkimsenin hayatını kurtaramadan ağlar paramparça olur.

Yangın 8. katta başlar. İlk yangın alarmı 4.45’te çalar, onuncu kata haber verilir, dokuzuncu kat yangını geç öğrenir. En çok kayıp, bu nedenle 9. katta verilmiştir. Ölenlerin çoğu, yaşları 14-25 arasında değişen genç kadınlarla kız çocuklarıydı. Daha iyi çalışma ve yaşama koşulları için Rusya ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden ABD’ye göç etmişlerdi… Hayatını kaybeden 146 kişiden 129’u kadın, bunların 48’i sendika üyesiydi.

Fabrikada çalışanların bir kısmı uzun süre alt işverene bağlı olarak çalışıp, belli bir ustalık kazandıktan sonra esas işverene bağlı çalışma hakkı kazanıyorlardı. Alt işverene çalışanlar diğerlerinden daha az ücret alıyorlardı.

Yaşamları da ölümleri kadar trajikti…

Yangında hayatını kaybedenlerin hikâyeleri insanın içini acıtan türden. Örneğin, 21 yaşındaki Fannie Rosen, Rusya’nın Kiev şehrinden 6 ay önce gelmiş ve eski adı Faiga Resnik. Anne babasının adı bilinmiyor. Henüz iki günlük Triangle işçisiyken yangında hayatını kaybediyor. Fannie Rosen, yangında son teşhis edilen 6 kişi arasında yer alıyor. Çünkü ABD’de onu teşhis edebilecek bir yakını bulunmuyor.

Tessie Weisner ise henüz 21 yaşındaydı. Avusturya’da dünyaya gelen ve 15 yaşında ABD’ye göçeden Tessie, evlenmek üzere olduğu için bir süredir fabrikada çalışmıyordu. Yangının olduğu gün, arkadaşları ona bir sürpriz kutlama yapmayı planladıkları için paydos saatine yakın fabrikaya gitmişti… Ne yazık ki o da yangında kurtulamayanlar arasında.

Hayat kurtaran grev deneyimi

Yangından sağ kurtulan ve 9. katta bluz operatörü olarak çalışan Mary Domsky-Abrams, yangınla ilgili anımsadıklarını şöyle anlatıyor: “… Sabah 8’de makinelerimizin başına geçmiştik. Ortamda neşeli bir hava hakimdi. Adının Esther olduğunu hatırladığım bir arkadaşımız bir önceki gece nişanlısının verdiği pırlanta yüzükle gelmişti, belki de neşenin kaynağı oydu… Çok güzel ve hayat dolu bir kızdı, bu heyecanını etrafına da bulaştırıyordu. Onun yakınında çalışanlar olarak o gün bu heyecanın etkisiyle olacak, saatin nasıl geçtiğini anlamadık. Saat 12 olmuştu ve öğle yemeğine yarım saat kalmıştı. Sonra, her gün ve Cumartesi olduğu gibi 4’e kadar çalıştık. Yangın, Cumartesi günü, paydosa çok kısa bir süre kala başlamıştı…”

Bulunduğumuz katta çok az erkek vardı, çoğu Yahudi, bazıları İtalyan yüzlerce acemi genç kızdık, çoğumuz bir yıldan daha az süredir Amerika’daydık ve yaşımız 20’yi bulmuyordu. … Nasıl kurtulduğuma gelince; ben ve iş arkadaşım Minnie, makinelerin başından 5 dakika erken kalktık ve üstümüzü değiştirmek için soyunma odasına gittik. Şefimiz geldi ve 5 dakikamız daha olduğunu, makinelerimizin başına dönmezsek, Pazartesi de gelmemize gerek olmadığını söyledi. Daha önce de 5 dakika erken çıktığım olmuştu, ilk defa bir şey söylüyordu. Grev deneyimim olduğu için sözleri beni etkilememişti. Gayet soğukkanlı bir şekilde ‘Tamam Bay Bernstein, makinemin başına dönmeyeceğim ve Pazartesi günü de işe gelmeyeceğim.’ dedim. Arkadaşım Minnie de benimle gelmişti ve çantasını makinesinin yanında unuttuğunu hatırlamıştı. Onu almak için geri dönecekti, ben de ‘Önce üstümüzü değiştirelim, dönerken makinene uğrarız, yoksa şef işe döndüğümüzü düşünebilir.’ dedim. Makinelerimizin yanına hiçbir zaman dönemedik, atölyenin bu bölümünde olmamız bizi kurtarmıştı, makinelerin yanına gitseydik asla kurtulamazdık… O gün bizi pırlanta yüzüğünün neşesiyle heyecanlandıran Esther ise makinesinin başına döndüğü için alevlere yenik düştü

Triangle’de çalışma koşulları o günlerde biraz katlanılır hale gelmişti, ücretler çok düşük değildi, tabii grevin bir kazanımıydı bu. Sekizinci ve dokuzuncu katlar aydınlık ve havadardı. Her yer kağıt ve kumaş artıklarıyla dolu olsa da katlar artık temizleniyordu. Patronları fazla görmüyorduk, onuncu katta ofisleri vardı ve az gelirlerdi. Sadece şefimizle muhatap olurduk. Evet, kapılar kilitliydi, çalıştığım makine kilitli kapıya yakındı, bazen karanlıkta korkuyla camla kaplı kapıya bakar, gizli bir güç tarafından gözetleniyormuş hissine kapılırdım…”

Sarah Friedman Dworetz: “… Yangın olduğu gün 9. katta çalışıyordum. Ücretimi almış ve eve gitmek için üstümü değiştirmiştim. Yük asansörüne gittiğimde sanırım 8’inci katta yangın başlamıştı. Yük asansörünü kullanıyorduk çünkü işten çıkarken hırsızlığa karşı çantalarımız aranıyordu. Yük asansörünün dar bir girişi vardı orada bekliyordum, birdenbire asansör boşluğundan alevler ve dumanlar gelmeye başladı. Atölyenin diğer ucuna doğru koşmaya başladım… Koşarken arkama baktığımda alevlerin her yanı sardığını gördüm.

Asansörler bir aşağı bir yukarı gidiyordu. Ön taraftaki yangın çıkışının kapıları kilitliydi. İlerlemek için epey zorlandım, itiş kakış ve çığlık vardı, herkes masaların üzerine çıkmaya çalışıyordu.

Asansör birkaç sefer yapmıştı, bunun sonuncu olduğunu anlamıştım… O kadar yüklenilmişti ki asansör aşağıya kaymaya başladı. Kapısı da açıktı, birdenbire kendimi asansör boşluğunda kapılara tutunurken buldum, hemen yan boşluktaki kablolara tutundum ve kayarak aşağıya indim. Diğerleri de arkamdan gelmiş olmalı… Uyandığımda sokakta buldum kendimi. Üzerimden geçen insanların ağırlığından sanırım, bayılmışım, kendime geldiğimde bacağımda, kolumda kırık, kafatasımda hasar ve elimde sürtünme yanıkları vardı. 6 ay istirahat aldım ve bir daha fabrikayla ilgili bir şey duymadım. Mahkemede avukatların ısrarlarına rağmen, kapının açık olduğunu söylemeyi reddettim… Neredeyse bir yıldır orada çalışıyordum, ama ilk defa yangın olduğunda ön taraftaki asansörü kullanmaya çalıştım. … Eve vardığımda, maaş zarfımı hâlâ sımsıkı elimde tuttuğumu farkettim…”

Anna Pidone (Ustabaşı): “Mary Leventhal ile birlikte 9. katta çalışanların ücretlerini ödemiştim. Makine makine dolaşarak çalışanlara maaş zarflarını veriyorduk. Yük asansörünün yakınında bulunan düğmeye basarak saat 4.45’te paydos zilini çaldım. Gün bitmişti. Yangının başladığından haberim yoktu, soyunma odasına gittim. Birdenbire birisi odaya gelip “yangın!” diye bağırdı. Dışarı çıktığımda her yeri alevler sarmıştı. Ön kapıya koştum, kapı kilitliydi. Birçok kişi pencerelere koşmaya ve atlamaya başladı. Kardeşim 25 yaşındaydı ve 9. katta denetleyici olarak çalışıyordu. Ona seslenmeye başladım, ama bulamadım. … Üzerim ıslaktı ama yangın hortumlarından olması mümkün değildi. Nasıl ıslandığımı hatırlamıyorum. … Merdivenlere ulaştım ve hızla aşağı koşmaya başladım. Bir adam beni eve götürdü, gittiğimde erkek kardeşim beni sarsarak soruyordu “Mary nerde? Mary Forresta nerde?” Onu aramak için fabrikaya döndü, her yere baktığı halde bulamamıştı… Daha sonra arkadaşlarının yardımıyla onu teşhis ettik… Bütün kemikleri kırılmıştı, o da yangın merdiveninden düşenler arasındaydı…”

9. katta çalışan Ethel Monick Feigen de şöyle anlatıyor başından geçenleri: “Benim masam pencere önündeydi ve arkamda sağ tarafta bir yangın çıkışı vardı. Masamda çalışıyordum ve çıkmaya hazırlanmak için şapkamı takmıştım. Greene caddesi tarafında pencerenin dışından içeriye alevlerin girdiğini gördüm. “Yangın” diye bağırdım ve bir anda yangın içeriye yayıldı. O kadar hızlı olmuştu ki çoğu kişinin hiç şansı yoktu. Makine başında bazı kadınların donup kaldıklarını, kaçmaya bile teşebbüs etmediklerini gördüm. Greene caddesi tarafındaki yük asansörüne koştum fakat kablonun koptuğu söylendi. Washington meydanı tarafına koştum, oradaki kapı tamamen kilitliydi. Bir ara pencereden atlamayı düşündüm, sonra kendimden utandım. Beni asansöre doğru iteklediler, bir şekilde indim. Caddede bir gazetecinin kollarımdan tutarak “sorun nedir” diye sordu, ben de “orada 150 kadın var ve hiçbiri çıkamayacak” dedim… O gün eve geç gittiğim için babam bir tokat attı, annem de azarladı, “fakat…” dememe rağmen dinletemedim ve yatağa gönderildim. Sanırım ben uyurken yangını duymuş olacaklar, uyandığımda etrafımı sarmışlardı ve sürekli öpüyorlardı…”

Sylvia Kimeldorf, 8. katta pli makinesinde çalışıyordu: “Yangın, bizim katın Washington meydanı tarafındaki kesim masasında başladı. Benim makinem iki sıra ötedeydi ve sıralar arasında yürüyecek alan yoktu. Ben şanslıydım, çünkü yangın çıktığında soyunma odasındaydım. … Yangın merdivenine koşmadım, çünkü bir yangın merdiveni olduğunu bilmiyordum…”

1908’den yangın tarihine, yani 1911’e kadar fabrikada çalışmış olan Dora Maisler yangını ilk görenlerden. 1906’da ABD’ye geldiğini söyleyen Dora Maisler, hep şömizye bluz sektöründe çalışmış. “Giyim sektörüne girince başka şansın yok zaten” diyor. Dora, 1909’da başlayan greve de iştirak etmiş. “Tam yirmi beş hafta grevdeydik… Greve izin yoktu yoktu, kollarımızda aletler gizleyerek dolaşıyorduk… Sürekli üzerimize kavga etmeleri için insanlar gönderiyorlardı… Para karşılığı gangster tutuyorlardı… Günde üç defa tutuklanıyorduk, hakim adımızı ezberlemişti, ‘yine mi siz’ diyordu bizi gördüğünde… ” Sekizinci katta, kalıp çoğaltma işinde çalışıyor, fabrikada hiç akrabası yok. Yangın günü baloya gitmek için arkadaşı Rose’u bekliyormuş… “Eteğimi değiştirmiş beklerken saat beş civarıydı, ücretimi almamıştım henüz, sonra alevleri gördüm, su dolu kovayı alıp üzerine dökmek istedim… Makineci Almanca birşeyler söylendi, yardım etmeme izin vermedi…” Yangın olduğunda, fabrikada aşırı miktarda malzeme olduğuna dikkat çeken Maisler, yangının hızlı yayılmasında bunun büyük etkisi olduğunu belirttikten sonra, “Yirmi beş haftalık grevden sonra patronlar çok para kaybetmişlerdi, bunu telafi etmek için sürekli çalışıyor, çok parça çıkartıyorduk.” diye ekliyor.

Yangından sonra…

Yangından sonra, binlerce kişinin katıldığı gösteriler, protestolar yapılır. Farklı çevrelerden sosyal gruplar ve kurumlar biraraya gelerek yangının sebeplerini ve sorumlularını bulmak için birlikte hareket edecek gruplar kurulur. Triangle yangını, New York’un o güne dek kaydettiği en büyük trajedilerden biriydi. Daha önce de yangınlar olmuştu, ama alınan önlemler büyük felaketleri önleyebilmişti.

5 Nisan’da 80.000 bin kişilik bir cenaze yürüyüşü düzenlendi. Kadın Sendikalar Birliği ve Local 25 Sendikası matem yürüyüşünü protestoyla birleştirdi. Yüzbinlerce işçi o gün iş bırakarak protesto yürüyüşüne katıldı. Triangle yangını, ayrıca New York’ta bina ve yangın güvenliği konusunun da tekrar tartışmaların gündemine girmesine neden oldu.

Mahkeme süreci

Yangından iki hafta sonra, Triangle ortakları Isaac Harris ve Max Blanck, kasten cinayet suçuyla yargılanmaya başladılar. 25 bin Dolar ödeyerek New York’un en pahalı avukatı Max Steuer’i tutmuşlardı.

4 Aralık 1911’de jüri seçildi. İşyerinde yaralanma ve ölümlere karşı işverenlerin ihmal ve sorumsuzluğunun ıspatlanmasının nerdeyse imkânsız olduğu bir ortamda tümü erkeklerden oluşan jüri üyeleri, dava boyunca Harris ve Blanck’ın kapıları bilerek kilitleyip kilitlemediklerini tartıştı  iki saatlik jüri tartışmasından sonra Harris ve Blanck’in delil yetersizliğinden beraatine karar verildi.

Mahkeme sürecinde yüzden fazla tanık dinlendi. Ancak Triangle Gömlek Fabrikası’nın sahipleri Max Blanck ve Isaac Harris, yangında bu kadar çok kişinin ölmesine yol açan “kapıların kilitli olduğu” gerçeğini  hiçbir zaman kabul etmediler. Hatta tanıklara tersi yönde ifade vermeleri için baskıdan para teklifine kadar her yolu denediler. Mahkemede tanıklık yapanlardan dinleyelim:

Mary Domsky-Abrams: “Patronlar mahkeme salonuna getirildiğinde tanık olarak kilitli kapının yanında çalışanlar da çağrılmıştı. Bunlardan biri de bendim. Yargıç ve avukatların sorularına aynen şöyle cevap vermiştim: “Sabah işe geldiğimizde her iki taraftaki asansör de çalışırdı. Fakat iş çıkışı sadece arka taraftaki yük asansörünü kullanmamıza izin veriliyordu. Bunun sebebi, öğle yemeklerimizi koyduğumuz çantalarımızı aramak için tutulan gözetmenin tek oluşuydu. Patronlar, bir gözetmene daha para vermemek için üç katın çalışanlarına da sadece arka asansörden çıkma izni veriyordu.”

Ethel Monick Feigen: “Duruşmada tanık kürsüsüne oturduktan sonra Steuer (sanık avukatı) ile sokakta karşılaştım. Gülümseyerek yanağımı sıktı ve “sen beni avukatlık ücretimden mi edeceksin bakalım” dedi. Kürsüdeyken yaptığı hileleri unutmadım. Bana bir harita göstererek atölyedeki kapıların ve masaların yerlerini göstermemi istemişti. Ancak ben kanmadım… İlk önce haritayı çevirmesi gerektiğini çünkü ters tuttuğunu söyledim ona…”

Rose Hauser: “Çağrılan ilk tanıklardan biriydim. Steuer beni çok terletmişti. Kelimeleri ağzıma tıkıyordu. Beni şaşırtarak, yalan söylediğimi kanıtlamaya çalışıyordu. Söylemek istediklerimden ters anlam çıkartıyordu. Beni kışkırtıyordu ve ben cevap verirken, gözümün önünde pencerelerden atlayan cesetler geçiyordu, o ise beni aptal gibi göstermeye çalışıyordu. Bir noktadan sonra bağırarak “Yalan söylemiyorum, gerçeği söylüyorum, tanrı aşkına, herşey gözümün önünde cereyan etti” diye bağırdığımı hatırlıyorum. Onu o anda öldürebilirdim… Elbette kapının kilitli olduğu doğrultusunda ifade verdim …”

Josephine Nicolosi: “Blanck ifademi değiştirmem için 1000 Dolar teklif etti. Bana “Sen, buraya gel! Neden kapıların kilitli olduğunu söyledin?” dedi. “Çünkü gerçek bu” dedim. Bana “Ne kadar istiyorsun?” diye sordu. Bağırarak memuru çağırdım: “Benden arkadaşlarımı satmamı istiyor!”

Harris ve Blanck, mahkeme boyunca binalarının yangına karşı güvenli olduğu konusunda da ısrarlı tutumlarını sürdürmüşlerdi. Hatta bunun Binalar Dairesi tarafından da onaylandığını belirttiler. Yangında kaybettiklerinden çok daha fazlasını sigorta şirketinden alarak yeni bir fabrika kurdular.

Asır da geçse değişen bir şey yok…

1909 şömizye bluz işçileri grevi, 1911 Triangle yangını, kadınların oy hakkı mücadelesi, kadın hareketiyle yolları kesişen grevci kadınlar… Bir an için tarihte yolculuk yaptığımızı unutup günümüze baktığımızda, Bursa’da yanarak can veren kadınların hayatına karşılık 182 bin TL para cezasına dönüştürülen iki yıllık hapis cezası; Bangladeş’te çoğu kadın, binin üzerinde insana mezar olan Rana Plaza; aynı şekilde her sene yüzlerce kişinin öldüğü ve çoğu işverenin ihmali ve insan hayatını hiçe sayan tutumlardan kaynaklı yangınlar; iş kazaları… Asırlar da geçse, kadınlar açısından, çalışanlar açısından iyiye giden pek fazla bir şey yok galiba… Bundan sonrası için belki umut vardır…

(Kaynak: Petrol-İş Kadın Dergisi, Sayı 45, Mayıs 2013)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu