Yeni Kadın’dan 25 Kasım açıklaması
Birleşmiş Milletler’in 2005’te yaptığı bir araştırmaya göre; dünyadaki işlerin % 66’sını kadınlar yapmasına rağmen, toplam gelirin sadece %10’nu, mal varlığının ise % 1’i kadınların. Erkek egemen sistem, toplumsal iş bölümünde; kadının toplumsal üretimdeki emeğini yedeğe düşürüp, değersizleştirerek onu eve kapatmış, metalaştırmış ve cinsel obje haline getirmiştir. Eve kapatılan kadının toplumdaki aslî görevi, yeni iş güçlerini doğurup büyütmek ve ev içinde yaşayan bireylerin barınma, beslenme, eğitim ve sağlık ihtiyaçlarını karşılamakla sınırlanmıştır.
Kadına “zorunlu görevi” olarak kabullendirilen ve her koşulda kendisinden beklenen bu işler, onun ömrünü tüketir ama hiçbir karşılığı olmadığı için görünmez. Böylece hayatı boyunca çalışmasına rağmen hiçbir ekonomik geliri olmayan kadın, yaşamını bir erkeğe bağımlı olarak sürdürmeye mahküm edilir. Kadınların, zorunlu görevleri olarak görülen ev içi işlerini layıkıyla yerine getirmemeleri/getirememeleri, ekonomik gücü elinde bulunduran ev içindeki erkek tarafından şiddete maruz kalmalarına, hatta yaşam haklarının ellerinden alınmasına neden olabilmektedir. Böylece; kadın emeğine yabancılaştırılırken, emeğinin görünmez oluşu, inkâr edilip gasp edilmesi, şiddetin başladığı nokta olmaktadır.
Kendisine biçilen bu rolü reddeden kadın, toplumdaki yerini, kadını köleleştirerek yaratılan toplumsal kültürü, sistemi, devleti sorgulamaya başlayıp, başkaldırması halinde ise; devlet şiddeti ile karşı karşıya kalır.
1950’li yıllarda Dominik Cumhuriyeti’nde yaşayan Patria, Minerva ve Maria Terasa Mirabel Kardeşler de, kendilerine biçilen toplumsal rolü reddetmiş, ülkelerindeki faşist Trijillo diktatörlüğüne karşı verilen mücadelenin öncüleri olmuşlardı. 25 Kasım 1960 günü, Trujillo diktatörlügünün özel birlikleri tarafından önce tecavüz edildiler, sonra da vahşice katledildiler. 1981’de Kolombiya’da gerçekleştirilen “Kadınlar Kongresi”nde, Mirabel Kardeşlerin anısına, 25 Kasım; “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” ilan edildi.
1919’da Berlin’de Rosa Lüksemburg’u, 1921’de Trabzon’da Maria Supyhi’yi, 1960’ta Mirabal kardeşleri, 1973’te İstanbul’da Meral Yakar’ı ve daha nicelerini katledenlerle, 2013’te, Paris’te Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez’i katledenler; mücadelede tutsak düşen kadınları, gözaltında ve hapishanede cinsel taciz ve tecavüze maruz bırakanlar aynı erkek egemen zihniyettir. Olayların yaşandığı tarihler ve coğrafyalar farklı olsa da, mücadeleci kadınlar, egemenler için her zaman tehlike arz etmiştir. Bu nedenle de korkutmak, sindirmek için, katletmek, taciz, tecavüz de dahil olmak üzere, kadınlara yönelik her türlü şiddeti mubah görmekteler. Ama nafile. Eşitlik ve özgürlük mücadelesinde şehit düşenlerin anıları, her zaman mücadeleci kadınların yolunu aydınlatacaktır.
Bu nedenledir ki; emeğimiz gibi görünmezleştirilmeye çalışılan biz kadınların, bize yaşatılanların arkasında yatan gerçeklikleri görüp değiştirmek için, alanlara çıkıp taleplerimizi haykırmanın zamanıdır.
Unutmayalım ki; kadınların örgütlü mücadelesini daha da fazla yükselterek, mevcut cinsiyetçi yasaları/ kuralları ve işbölümünü tersyüz etmek, emeğimize, bedenimize, onurumuza sahip çıkmamızın zorunluluğudur.
“Şiddete karşı suskun değil öfkeli, yalnız değil örgütlüyüz!” diyerek;
TÜM EMEKÇİ KADINLARI İSYANA ÇAĞIRIYORUZ.
Emeğimiz, Bedenimiz, Onurumuz Bizimdir!
Yeni Kadın