Güncel

İstikrarlı ve kolektif bir kadın çalışması için buluştuk

istikrarli ve kolektif calisma 01Bir süredir planladığımız ama çeşitli nedenlerle ertelediğimiz kadın buluşması için “Buluşuyor, tartışıyor, güçleniyoruz” şiarı ve Amed, Antakya, Ankara, İzmir, İstanbul, Mersin’den kadınların katılımıyla 21-22 Haziran günü İstanbul’da biraraya geldik. “Tacizde kadın beyanı esastır” ve “Kurumsallaşma” konularını tartıştığımız buluşma, TMMOB Makine Mühendisleri Odası’nda gerçekleşti.

İlk gün, sabah saatlerinde biraraya geldiğimizde ilk olarak buluşmamızın amacını aktaran, buluşmanın Beşler’e neden atfettiğimizi ifade eden bir açılış konuşması yapıldı. Açılış konuşmasının ardından ilk bölüme geçildi ve taciz-tecavüz denilince akla gelen ilk kelimelerin ne olduğu üzerine tartışıldı. Kadınlar “tiksinti”, “iğrenme”, “aşağılanma”, “korku”, “tedirginlik” vb. tanımlamalar yaptılar.

Taciz-tecavüzü bir şiddet biçimi olarak tanımlıyorsak, şiddetin amacını ve anlamını bulmak, bizi taciz-tecavüzün de amacına götürecektir. Şiddetin amacı nedir?” diye sorulduğunda ise kadınların cevabı birbirine benzerdi: “Kadının üzerinde egemenlik kurmak”, “erkeğin egolarını tatmin etme isteği”, “cezalandırma” vb. Bu bölümü kadınlar, “Zor-zorbalık iktidar kurmanın temel argümanlarıdır. Taciz-tecavüz bir iktidar aracıdır” diyerek tamamladılar.

Her geçen dakika, aslında soruların da zorlaştığı anlar oldu. Daha doğrusu daha çok içe dönük ve daha çok meselenin kökünü araştıran… “Ataerkil yapı, erkeğe kadın üzerinde mutlak hakimiyet hakkı verir. Erkek bunu özellikle cinsellik alanında kullanır. Bu kadının iradesinin de bulunduğu cinsel ilişkide dahi görülür” denilen bölümün en zor sorusu belki de şu oldu: “Biz kadınlar, özellikle ‘namus, ahlak’ vb. konuları aşmış olmamıza karşın bizim için hala en korkulu şiddet biçimi olmasının üzerinde de durulmalı. Dayak, korksak bile bizim korkulu rüyamız olmazken, en “hafif” taciz bile neden bizi gün boyu travmatik boyuta getiriyor?” Evet neden?

Epey ter döktük bu soru üzerine… Tam olarak biz toplumun “namus, ahlak” anlayışına sahip olmasak da, görece bunu değiştirmiş olsak da anlaşılan üzerimizde hala kırıntılar vardı. Ama yine de tam olarak sebep bu değildi, olamazdı. Bedenimizi “kutsallaştırdığımızı” tartışmaya başladık bir süre sonra. Ancak bu “kutsallık” gerçek dışı bir kutsallıktı ve yabancısı olduğumuz bedenimizi, erkek toplumun baskısıyla kutsallaştırıp, toplum için onun bekçiliğini yapıyorduk. Ama bu kutsallık, yine erkek egemen toplum tarafından ayaklar altına alınıyordu. Kendi bedenimize yabancı olduğumuz gibi kendi cinselliğimize de yabancı olduğumuzu konuştuk sonra. Bir başkasının cinsel saldırısının, dayatmasının bizde travma yaratmasının bir derece normal olduğunu, ancak bu travmanın boyutunun derin olması gerektiği algısının  toplum tarafından da çoğu zaman dayatıldığını konuştuk. Ayrıca “adalet” eksikliğinin, yani nasıl olsa cinsel saldırganların asla cezalandırılmayacağına olan inancın varlığına da dikkat çekildi bu tartışmalar sırasında.

Şiddet uygulayan kişiyi kadınlar cezalandırdı

Daha sonra yemek için mola verdik. Bu sırada kadın arkadaşların birçoğu dışarıya, TMMOB’un önüne çıktı. Burada bir arkadaşımızın oradaki sandalyelerden birine oturması üzerine, bir kişi arkadaşımıza çıkışarak kalkmasını söyledi. Arkadaşımız kalkmayacağını ifade ettiğinde ise adamın karşılığı, arkadaşımıza tekme atmak oldu. Bunun üzerine kadınlar, adamı orada cezalandırıp daha sonra da adam hakkında şikayetçi oldular.

İkinci bölüme geçtiğimizde karakola giden arkadaşlarımızı bekleme sırasında yaşadığımız olayı değerlendirme fırsatı bulduk. Her ne kadar adamın yalvarmasına neden olacak kadar şiddet gösterilmiş olsa da; erkekler gibi her gün kavga ederek büyümediğimizden “erkek gibi”, “yumruk yumruğa” yani karşıdakine hak ettiği yoğunlukta ceza verecek tekniklerle kavga etmeyi bilmediğimizi konuştuk.

Tekme atıldığı sırada hala kadına soru sorarak “ne olduğunu” öğrenmeye çalışmak yerine (ki bunu neden yapmış olabileceğimizi de tartıştık) adama daha hızlı müdahale etmemiz gerektiğini, erkeklerin bu konudaki “tereddütsüzlüklerini” bizim de yaşama geçirmemiz gerektiğini tartıştık. Sonuç olarak, sabahki bölümde tartıştığımız birçok konuyu, “pratikte nasıl hayata geçireceğimizi” gösteren bir olay yaşadığımızı söyleyerek, esprilerle tartışmaya kaldığımız yerden devam ettik.

“Kadın taciz eder mi?”

Bu bölümde interaktif bir tiyatro yaparak, bir taciz söz konusu olduğunda nasıl davranmamız ve ne yapmamız gerektiğini tartıştık. Daha sonra ise bizi düşünmeye ve tartışmaya iten başka bir soruyla karşılaştı: “Kadın taciz eder mi? Ya da kadın böyle bir girişimde bulunursa bina taciz denir mi?” Kadınların birçoğu ilk başta kadının taciz etmeyeceğini, daha doğrusu kadının, erkeğe bu yönde vereceği rahatsızlığın; bir kadının yaşadığı kadar; onun hayatını, psikolojisini olumsuz yönde etkileyip, kısıtlamayacağı için erkeğin yaşadığı ile kadının yaşadığına aynı ismin verilmesinden duydukları rahatsızlığı dile getirdiler. Tartışma derinleştikçe, tacizin kökenine yeniden indik.

Tacizin bir erklik ispatı meselesi olduğunu yeniden vurguladık ve kimi nadir örneklerde (bir kadının çocuğu istismarı, patron bir kadının yanında çalışan bir erkeğe dönük tacizi vb.) kadının taciz edebileceği vurgulandı. Ancak bu tip bir durumun gerçekleşebilmesi için kadının toplumsal cinsiyet rolleri gereği açığa çıkmış koşullarının “doğal olmayan” bir hale büründüğü koşullarda (erk olması; patronluk, yaş hiyerarşisi vb.) olunması gerektiğine vurgu yapıldı.

Kadın beyanı ve kurumsallaşma tartışmaları

İkinci günümüze ise sokak röportajları yaparak hazırladığımız, erkeklere “Taciz nedir? Kadın taciz eder mi?” sorularını sorduğumuz bir sinevizyon ile başladık. Soruların sorulduğu her erkeğin, sorulara gülerek cevap vermesi dikkat çekici bir ayrıntı iken, erkeklerin çoğu “kadının erkeği taciz edemeyeceğini” savunuyordu (çünkü bu erkeklere has bir durumdu!), bir kısmı ise kadının “açık giyinmesinin” tacize meydan verdiğini ve açık giyinmenin yasaklanması gerektiğini… Daha sonra “Cinsel saldırılarda kadın beyanı esastır” ilkesinden ne anlamamız ve böylesi bir durumda nasıl davranmamız gerektiğini konuştuk.

İlkenin tam olarak kendisini ifade etmenin, yani ilkemizi “Kadın beyanı esastır. Aksini ispatlamak yükümlülüğü erkeğe aittir” şeklinde formüle ettiğimizde izleyeceğimiz yolu daha rahat ve kadının lehine işletebileceğimizi tartıştık. Kadının tacizi ifade edebilmesi ve sürecin sağlıklı ilerleyebilmesinin en önemli yolunun kadınların süreci işletmesinden daha doğrusu kadın çalışması içerisinde yer alan kadınlar tarafından işletilmesinden geçtiğini vurguladık.

Ardından ise konu ile ilgili en kafa karıştıran soruya sıra geldi: “Ya kadın yalan söylüyorsa?” Esas almanın, kesinlikle kadının her söylediğinin doğru olduğu anlamına gelmediğini, böyle olduğu durumda soruşturma süreci işletmenin anlamsız olduğu söylendi. Esas almanın kapsamını; kadının söylediğinin ön kabulüyle, kadın lehine (yani kadının tekrar tekrar vakayı anlatmak zorunda bırakmadan, kendini sorgulanmış, kıstırılmış, yargılanmış hissine kapılarak kapılmasına engel olarak, yani o şekilde hissetmeyeceği rahat bir süreç tesis ederek vs.), kadının değil erkeğin tacizin yaşanıp yaşanmadığını kanıtlaması üzerine süreç işletmek şeklinde belirledik. Bu konuda şimdiye kadar karşılaştığımız vakaları, eksiklerimizle beraber mümkün mertebe hep kadın lehine sonuçlandırdığımızı ve bu konudaki en iyi öğretmenin yine pratik olacağını vurguladık.

Daha sonra ara verdik. Bu arada da İzmir’de bağımsız feminist kadınlar tarafından hazırlanan ve Gezi İsyanı’nda İzmir’de aralarında YDK faaliyetçisi Elif Kaya’nın da bulunduğu 4 kadın tutsak ile ilgili gerçekleştirdiği “Arkadaşımı merak ediyorum” kampanyasını konu edinen kısa filmi izledik.

2. günün son konusu “kurumsallaşma” oldu. Bu bölümdeki sunumları hazırlayan kadınların hem tartışmaya çağrı yapan hem de çekimler sırasında yaşadıkları eğlenceli dakikaları konu edinen sinevizyonunu izledik. Ardından ise “YDK’nın kısa tarihçesi” sunumu ve resimleri eşliğinde çalışmalarla geçirdiğimiz 5 senemizi özetledik. Kimi zaman duygulandık, kimi zaman eksik bıraktığımız yerleri hatırladık ve ekledik. Yapılan derlemenin eksikler içerdiğini ve bu eksikliğin en önemli nedenini ise yaptıklarımızı yazılı hale getirmemek olduğunu konuştuk.

YDK’nın kurumsallaşma tartışmaları” bölümünde ise Kurultay Örgütleme Konferansı, Kurultay,kadın kampları, şiddet ve emek konulu kampanyalar, Elif Kaya ile ilgili işlettiğimiz süreç ve son olarak da tacizci Sedat Yurtdaş’ı teşhir çalışmalarının eksikleri, kazanımları üzerine konuştuk. Kurumsallaşma üzerine önerilerimizi tartıştık. İlk olarak yapılması gerekenin hem alanlardaki kadın çalışmasını toparlayacak hem de bunun diğer alanlardaki çalışmalarla bağını kuracak bir komisyon kurmak olduğunu tartıştık. Ardından ise (sayısında bir mutabakata varamasak da) buluşmalar ve toplantılar örgütleyerek süreçlerimizi planlama üzerine konuştuk. Çünkü en önemli eksikliklerimizden biri olarak kadın kadrolarımızı yaratamamak olarak ortaya koysak da, var olan çalışmalarımızı denetleme ve hesap sorma mekanizmalarının yokluğunun da istikrarlı ve kolektif bir çalışma önünde engel teşkil ettiğinin altını çizdik. Eylül’e bir buluşma kestik.

Son olarak ise düzenli yayın üzerine konuştuk. Devrimci-demokratik kamuoyunda feministlerin yayınları dışında önemli eksikliklerin olduğunu ve dergi konusunda atacağımız adımın aynı zamanda bu boşluğu dolduracak iddiaya sahip olması gerektiğini belirledik. Ancak henüz bu tip bir derginin istikrarını sağlayacak güçte olmadığımızı, ancak gücümüzle düzenli periyotlarda broşür çıkarabileceğimizi konuştuk ve bu konuda bir komisyon oluşturduk.

Yeni Demokrat Kadın

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu