“Aile çıkmazı”nda kadın
“Aile çıkmazı”nda kadın
-1-
Aile, mevcut sistemin temel yapı taşıdır ve üretim tarzıyla sıkı bağlar taşımaktadır. Sistemin kendini sürdürebilmesi için aile kurumunun korunup kollanması kritik bir noktada durmaktadır. Hele de Türkiye gibi feodal kültürün hegemonyasının büyük oranda devam ettiği ülkelerde, aile daha fazla kutsanmakta, aile içerisindeki bireyler, esasta da kadın yok sayılmaktadır.
Kadın sadece aile içinde, aile olgusunun ortaya çıkardığı görev, çıkar ve sorumluluklarla anılmaktadır. Ailenin reisi, temsilcisi, tek iktidar odağı vs. olan erkeğin ihtiyaçlarını karşılamak ve yeni nesiller yetiştirmek kadının ailedeki bu anlamda da toplum içerisindeki önde gelen misyonu olarak görülmektedir. Bu bakış açısı kadına yönelik şiddetin, özellikle aile içinde olanına, meşruiyet kazandırmaktadır. Ataerkil anlayışa göre sadece aile içinde anlamlandırılan kadının, aile içerisinde gördüğü şiddet (kadınların çok büyük bir kısmı aile içerisinde şiddet görmektedir) normal, olağan vs. kabul edilmektedir.
Nitekim hâlihazırda yürürlükte olan yasa gibi Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun Tasarısı da bu anlayışın dışında değildir. En nihayetinde hukuk metinleri egemen bakış açısının ürünüdür ve bu kanun tasarısının da bu gerçeklikten bağımsız olacağını düşünmek mümkün değildir. AKP hükümeti, bu tasarının “reklamını” yaparken kadın örgütleriyle birlikte, kadına yönelik şiddetle etkili mücadele için bu tasarıyı hazırladığını iddia etmiştir. Ancak meclise ulaştığı noktada kadın örgütlerinin de katkı sunduğu yasa tasarısı ufak tefek (!) değişikliklere maruz kalmıştı. Bu değişikliklerle birlikte ayrıntılı olarak inceleyeceğimiz gibi yasanın temel amacı kadının şiddete karşı korunması değil ailenin korunması olmuştur.
Yasanın amaç kısmında ilk ortaya çıkan madde şu şekildeydi:
Madde 1: Bu Kanunun amacı, uluslararası sözleşmelere uygun olarak, kadınların ve ev içi şiddete maruz kalan bireylerin her türlü şiddetten korunması, işlenen şiddet eylemlerinin gereken özenle soruşturulması, cezalandırılması ve bu eylemlerden kaynaklı mağduriyet için tazminat sağlanması; şiddetin önlenmesi ve ortadan kaldırılması; kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınların güçlendirilmesi yolu da içinde olmak üzere, kadın ve erkek arasındaki somut eşitliği teşvik etmek amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin esas ve usulleri düzenlemektir.
Yasanın sonraki, yani bakanlık rötuşlu hali ise şu şekildedir:
Madde 1: Bu kanunun amacı; şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla alınacak tedbirlere ilişkin usul ve esasları düzenlemektedir.
Yasanın amacını, yani dayandığı temel anlayışı özetleyen bu maddedeki değişikliklerin önemsiz, ufak- tefek değişiklikler olduğunu söylemek imkansızdır. İlk maddedeki uluslararası sözleşmeler ifadesi yasanın sonraki halinde çıkartılmıştır. Uluslararası sözleşmelerin, devletin kanunu karşısında daha üstün olduğu TC Anayasası’nda yer alan bir ilkedir (Anayasa Madde 90).
Ancak birçok insan hakkı ihlalinde olduğu gibi kadın hakları açısından da devlet ısrarla insan hakları lehine olan uluslararası anlaşmaları yok saymaktadır. Bu kanun değişikliği için de “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” ne uyum sağlama meselesi kadın örgütleri tarafından önemli görülmüştür. Ancak bakanlık insan hakları lehine uluslar arası sözleşmelerden korktuğunu, amacın daha ileri bir yasa yapmak olmadığını bu değişikle göstermiştir.
Sonraki kısımda ise kadına yönelik şiddete karşı mücadelede ne kadar “kararlı” olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur. Tasarının ilk halindeki kadına yönelik şiddet eylemlerinin “gereken özenle soruşturulması, cezalandırılması ve bu eylemlerden kaynaklı mağduriyet için tazminat sağlanması;” gibi ibareler sonradan çıkartılmıştır. Yasanın bu şekilde değiştirilmesi kadına yönelik şiddetle mücadelenin nasıl olacağına ilişkin muğlaklığı sürdürmüştür. Şu anda aile içindeki şiddet eylemleri gereken özenle soruşturma bir yana; soruşturulmamakta, bu eylemlerin failleri çoğu kez cezalandırılmamaktadır.
AKP’nin iddiası bu durumu tersine çevirmektir. Ancak bu iddianın ne kadar samimiyetsiz olduğu ortadadır. Tam da beklediğimiz gibi bu yasa yürürlüğe girdikten sonra da aile içi şiddet gereken özenle soruşturulmayacak, cezalandırılmayacak, şiddete uğrayanların zararları giderilmeye çalışılmayacaktır.
Bakanlığın yasa tasarısının ilk halini değiştirirken hareket ettiği saiki en net biçimde ortaya çıkartan değişiklik ise son ifadede karşımıza çıkmaktadır. “Kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınların güçlendirilmesi yolu da içinde olmak üzere, kadın ve erkek arasındaki somut eşitliği teşvik etmek amacıyla” gibi ibareler yasa tasarısının son halinde yer almamıştır. Bu ifadelerin çıkartılması da tesadüfi değildir. Kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması ile kadına yönelik şiddete karşı etkili bir mücadele verilmesi arasında organik bir bağ vardır. Kadına yönelik ayrımcılık olgusu şiddeti yaratan unsurdur/şiddetin kendisidir. Kadın ezilen cins olarak görüldüğü sürece, kadın ve erkek arasındaki eşitlik sağlanmadığı sürece kadına yönelik şiddetin tamamen ortadan kaldırılması mümkün değildir. Bu çerçevede kadına yönelik şiddete karşı verilecek mücadele ile kadına yönelik ayrımcılığın ortadan kaldırılması çabası birbirinden bağımsız ele alınamaz. Eğer bu yasa değişikliğinin amacı şiddete karşı gerçekten daha etkili bir mücadele vermekse, ayrımcılıkla mücadelenin de yasanın amaç kısmında olması kaçınılmazdır.
-2-
AKP hükümetinin seçim öncesi kadın örgütleri ile bir araya gelerek oluşturma sözü verdiği “Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı”, tam da 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” şeklinde tahrif edilerek, Meclis’te kabul edildi.
Biz de bu kanunu maddelerine ayırarak incelemeye karar verdik. Geçtiğimiz sayıda, kanunun “Amaç, Kapsam, Temel İlkeler ve Tanımlar” adlı 1. bölümünün 1. maddesini incelemiştik. Bu sayımızda da yine aynı bölümde kanunda geçen tanımların açıklamasının yapıldığı 2. maddeye değineceğiz.
Daha önce de vurgulamıştık. Dil sınıfsaldır. Kelimeler önemlidir. Kavramlar için yapılan tanımlama, hayata hangi pencereden baktığımızı gösterir. Mesela, “demokrasi” bizim açımızdan ciddi bedeller ödenerek kazanılabilecek bir kavramken; AKP hükümeti açısından “demokrasi”nin anlamı; gazetecileri, insan hakları savunucularını, öğrencileri, bilim insanlarını, devrimcileri, demokratları, yurtseverleri mümkün mertebe tutuklayıp; muhalefetten arınmış bir toplum yaratmaktır. İnceleyeceğimiz maddeler açısından da aynı durum geçerli. Söz konusu maddede, kadın kurumlarıyla birlikte oluşturulan taslakta yer alan birçok tanımlama çıkarılarak daraltılmış ve muğlak kavramlara yer verilmiştir.
Devletin kaygısı kadına şiddeti önlemek değil!
İlk olarak çıkarılan birkaç bölüme bir göz atalım: 2. Maddede yer alan “b) Bakanlık il ve ilçe müdürlükleri: Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri kuruluncaya kadar bu Kanun kapsamındaki destek ve izleme hizmetlerinin verileceği ve gerekli bildirimlerin yapılacağı mercii” ve “g) Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri: Şiddetin önlenmesi ile koruyucu ve önleyici tedbirlerin etkin olarak uygulanmasına yönelik destek ve izleme hizmetlerinin verildiği, çalışmalarını yedi gün yirmidört saat esası ile yürüten merkezleri” tanımlamaları çıkarılmıştır.
Şiddete maruz kalan kadının korunabilmesi için; koruyucu ve önleyici tedbirlerin alınması ile destek ve izleme hizmetinin verilmesi önemli ve ilk adımlardandır. Söz konusu tanımların kanun taslağından çıkarılarak, yolunmuş bu şekliyle Meclis’te kabul edilmesinin, kanunda yer alan sözcük sayısının azalmasının dışında daha önemli bir anlamı vardır: Devlet, kadını şiddetten korumak istemiyor! Bu çok açık! Çünkü madde içerisinden bu tanımları çıkarmak; bu kurumların olmayacağı anlamına geliyor. Dolayısıyla kadına şiddeti önleyecek ve kadınların başvuru yapabileceği kurumların oluşturulmaması ve oluşturulmaması için özel olarak kanundan bu bölümlerin çıkarılması; devletin bilinçli bir şekilde kadını korumak istemediğini gösteriyor.
Devletin, kadına şiddeti önleme gibi bir derdinin olmadığını aslında “Aile” ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından kadın örgütleriyle birlikte hazırlanan taslağın değiştirilen isminden de görebiliriz. Kanunun ismini “Kadının şiddetten korunması” yerine “Ailenin korunması” olarak değiştirilmesi, devletin esas kaygısının “aile”yi korumak olduğunu bir kez daha göstermiştir. Dolayısıyla kadına şiddeti önlemek yerine, kadının “aile” içinde kalmasını sağlayacak derecede şiddetin azaltılması amaçlanmıştır. Eee, bunun için de “Şiddetin önlenmesi ile koruyucu ve önleyici tedbirlerin etkin olarak uygulanmasına yönelik destek ve izleme hizmetlerinin verildiği, çalışmalarını yedi gün yirmidört saat esası ile yürüten merkezler”e ihtiyaç yoktur!
Tedbir kararı kadının “istemine” kalmış!
Ayrıca yine maddede yer alan “h) Tedbir kararı: Bu Kanun kapsamında, şiddet mağdurları ve şiddet uygulayanlar hakkında aile mahkemesi hâkimi, kolluk görevlileri ve mülki amirler tarafından, istem üzerine veya resen verilecek tedbir kararları” tanımlamasının çıkarılması kadın örgütleri tarafından kabul edildiği takdirde “önemli kazanım” olarak değerlendirilebilecek bir tanımdır.
Çünkü şiddet ile ilgili alınacak tedbir kararının “istem üzerine veya resen verilecek tedbir kararları” olarak tanımlaması; şiddete uğrayan kadının “rızası” olmadan da şiddet uygulayan kişi hakkında dava açılabilmesinin ve tedbir kararı alınabilmesinin önünü açan bir durumdu. Şimdi ise bu tanımın çıkarılması, şiddet ile ilgili kararların yine şiddete uğrayan kişinin istemine bırakıldığı anlamına geliyor.
Herkes bilir ki; Türkiye toplumunun sosyo-ekonomik yapısından kaynaklı evlerin büyük bir çoğunluğunda şiddet vardır ve kadınların % 99’u uğradığı şiddeti “sineye çeker”. Çünkü böyle öğretilmiştir. “Kol kırılır, yen içinde kalır” ya da “Kan kussan da kızılcık şerbeti içtim de” denir kadına. “Kocadır/babadır/erkektir; döver de sever de” diyerek kodlanır bilincimize, yanımızdaki/sevdiğimiz erkekler. Kadının, erkeği böyle kabul etmesi istenir. Dolayısıyla şiddete uğrayan bir kadın, erkek egemen toplumun bilincimize kodladığı toplumsal cinsiyet rolüne uygun hareket etmek ve “hanım hanımcık”, “şefkatli”, “uysal” kadın olmak zorunda kalır.
Diğer taraftan kadın şiddete karşı çıksa, kime başvuracak? Karakola mı? Bu ülkede neredeyse tüm karakolların, kadına şiddet konulu şikayete karşı ilk söylemi “aile içinde olur böyle şeyler. Benim babam da annemi döverdi” oluyor. Ve kadını, kendine şiddet uygulayan erkeğin koluna takarak geri gönderiyor. Kadın şikayetinde ısrarlıysa Wan’da Yosma Altunbay’ın başına geldiği gibi bu kez karakoldakilerin kendisi kadına şiddet uygulayabiliyor. Şikayet dilekçeleri kadının arkasından çöpe atılıyor. Şiddet ile ilgili acil ihbar telefonları geldiğinde duymazlıktan geliniyor.
Ya da Savcılığa mı? Mahkemeye mi başvuracak? Sudan gerekçelere onlarca yıl ceza isteyen mahkemeler, kadına şiddet davalarında katile/şiddet uygulayan kişiye durmadan “tahrik indirimleri” ile çok az ya da hiç ceza veriyor. Koruma kararı için kadınları oradan oraya koşturduktan sonra zorla koruma kararı çıkarırken ve kadınların çoğu bu süreçte erkekler tarafından katlediliyor.
Sonuç olarak tedbir kararı gibi bir kararın yalnızca şiddete uğrayan kişinin “istemine” bırakmak, kadına şiddet uygulayan örgütlü erkek egemen sistemin devamına yol açacaktır.
AKP hükümetinin kadın örgütleri bir araya gelerek oluşturduğunu iddia ettiği “Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı”nın, “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” şeklinde tahrif edilerek, Meclis’te kabul edilmesinin ardından; kanunun maddelerini inceleyen dosyamızın 3. ve son sayısı ile devam ediyoruz.
-3-
Bu sayımızda geçtiğimiz sayıda başladığımız “Amaç, Kapsam, Temel İlkeler ve Tanımlar” adlı 1. bölümünün 2. maddesindeki çıkarılan tanımlarla ilgili tartışmamıza devam edeceğiz.
Kadın kurumlarıyla oluşturulan taslakta yer alan 2. maddede yer alan şu tanımların tamamı çıkarılmıştır:
“c) Ev içi şiddet: Şiddet mağduru ve şiddet uygulayanla aynı haneyi paylaşmasa da, aile veya hanede ya da aile mensubu sayılan diğer kişiler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddet;
d) Kadına yönelik şiddet: Kadınlara, yalnızca kadın oldukları için uygulanan veya kadınları etkileyen cinsiyete dayalı bir ayrımcılık ile kadının insan hakları ihlaline yol açan ve bu Kanunda şiddet olarak tanımlanan her türlü tutum ve davranış;
ı) Toplumsal cinsiyet: Toplum tarafından kadın ve erkeğe yüklenen ve sosyal olarak kurgulanan cinsiyetçi roller, beklentiler, tutum ve davranışlar”…
Söz konusu tanımların kanun maddelerinden çıkarılması; aslında devletin kadına ve kadına yönelik şiddete bakış açısını da ortaya seren bir durumdur. Geçtiğimiz sayıda da bahsini ettiğimiz gibi, bu kavramların söz konusu yasadan çıkarılması “yasanın sadeleştirilmesi” anlamına gelmemektedir. Aksine şiddeti yok sayan, “karı-koca” arasındaki “anlaşmazlıklara” indirgeyen ve sığlaştıran bir zihniyet, burada apaçık bir biçimde sırıtmıştır. Özellikle “toplumsal cinsiyet” kavramı gibi, kadın mücadelesinin kadın-erkek eşitsizliği ve tüm cinsel kimliklere yönelik baskıyı tanımlamak için geliştirdiği böylesi bir kavramın yasada yer alması önemli bir kazanım olacaktı. Ancak erkek egemen anlayış burada da devreye girerek, şiddetle ve eşitsizlikle mücadeleyi “toplumsallığından” soyutlamıştır.
Yine 2. maddede yer alıp da Meclis’te çıkarılan şu tanımlara göz atalım:
“f) Şiddet mağduru: Bu kanunda şiddet olarak tanımlanan tutum ve davranışlara doğrudan ya da dolaylı olarak maruz kalan veya kalma tehlikesi bulunan bireyi ve şiddetten etkilenen veya etkilenme tehlikesi bulunan bireyler,
ğ) Şiddet uygulayan: Bu kanunda şiddet olarak tanımlanan tutum ve davranışları uygulayan veya uygulama tehlikesi bulunan bireyler.”
Bu tanımların çıkarılmasıyla özellikle altı çizilen “şiddete maruz kalma tehlikesi bulunma/şiddet uygulama tehlikesi bulunma” durumlarında alınması gereken önlemlerin alınmayacağını belirtmeye gerek yok! Evet, söz konusu yasa kadınların şiddetten korunması için etkili bir yasa değildir. Çok güçlü ve etkili bir kadın mücadelesi olmadığı sürece erkek egemen TC devletinden kadına yönelik şiddete karşı böylesi bir yasal düzenleme yapması beklenemez.
Dosyamızı sonlandırırken; bu yasanın kadınlar açısından şiddete karşı mücadelede ciddi bir yasal kazanımın olmadığını belirtelim. Ancak söz konusu yasanın ne olursa olsun kadın kurumlarının örgütlü ve sokakta verdiği mücalenin sonucu, devletin atmak zorunda kaldığı bir adım olduğu için olumlu bir yönünün bulunduğu önemli bir gerçektir ve bizler açısından öne çıkarılması gereken olumluluğu da bu olmalıdır!