Deneyim

Kadınlar içe, erkekler dışa doğru kırılıyor

Merhaba dertli YDK’lı

Süreç-müreç, işler-güçler dememiş yazmışsın. Onca işin arasıkadin_dayanismanda bir de zaman ayırmışsın bu “naif” konuya. Kim ne der, ne düşünür diye de pek takmamışsın kafana. Tabudur, konuşulmazdır, kim bilir kim ne anlar dememiş girmişsin bizim için o tehlikeli sulara. Tehlikeli bir şekilde dürüst de davranmışsın üstelik.

İyi de etmişsin bence. Süreçler, işler-güçler, gündemin yoğunluğu, önemi, görevlerin ağırlığı, ciddili-ciddisiz tanımlamalar nedense hep konunun merkezinde kadın (ki birazdan da bahsedeceğim gibi aslında erkek) olunca sıraya dizilir, konuştuğumuza konuşacağımıza pişman ediliriz. Umarım pişman olmamışsındır yazdıklarından dolayı. Bence olma! Çünkü birçoğumuzun yarasına dokundun, hepimiz mutlaka bir şeyler hatırladık yaşam deneyimlerimiz içinde. Bence olma! Çünkü o büyük büyük laflarla süreç, görevler, yoğunluk vs. diyenler ikiyüzlülük yapmakta. En iyimser yaklaşımla da bu dünyada yaşamamakta.  Ama hayır, tabii ki iyimser değilim; gayet de bu dünyadalar ve onlar da bir sürü şey yaşamakta, ama kadın (erkek) odaklı bir tartışmayla konu açılsın istememekteler; senin de dediğin gibi sessizliğimizden fayda sağlamaktalar.

Uzun uzun ataerki ya da erkeklik durumundan bahsetmek istemiyorum. Bunun için yayınlarımızda, sitemizde onlarca yazı var; isteyen açıp okusun. Ancak kısaca özetlersem; ataerkinin bir hiyerarşiye denk düştüğünü ancak bunun hiç de esasında kadın ve erkek olmadığını, erkekler arası bir durum olduğunu, erkeklerin kendi aralarındaki savaşımda kendilerini hiyerarşik bu sistem içinde en altta olan kadın ve LGBTİ’ler üzerinden gerçekleştirdiklerini vs. vs. söyleyebilirim. Erkek olmak doğuştan gelen bir durum olmakla birlikte, erkeklik sürekli, tekrar ve tekrar kazanılması gereken, tekrar ve tekrar gerçekleştirilmesi, kanıtlanması, tatmin edilmesi gereken toplumsal bir durumdur. Peki, sürekli kanıtlanmaz, gerçekleştirilmez, kazanılmazsa ne olur? Doğduğu andan itibaren kendisine empoze edilen “görev”lerini yerine getiremez; bir türlü (gerçek-tam) erkek olamaz. Erkek olmak bir sorun değilken, erkeklik ciddi bir sorundur ve kadının ezilmesinin, baskı altına alınmasının, nesneleştirilmesinin temelinde bu olgu vardır. Erkeklik demek, sürekli beslenmesi gereken bir egonun varlığı demektir. Bu egoyu beslemenin binbir yolu vardır, ama tek olmasa da en emin alanı vardır; kadınlar. Kadın, erkeğin iktidar alanıdır (bu sistemde).

Lafı çok dolandırıp, fazla mı teorize ediyorum bilmiyorum. Ama bunları netleştirmezsek; bahsi geçen hikayedeki erkeğin tavrını da anlamamız mümkün olmayacak. Anlamadığımız oranda daha çok kırılacak, gururumuz incinecek. Çünkü yukarıda bahsettiklerim aslında güçsüz olanın kadın değil, erkek olduğunun bence en açık ifadeleridir. Düşünsenize sürekli beslenmesi gereken bir egonun esiri olan bir varlıktan bahsediyoruz. (Yine onlar için üzülmekten kendimi alamadım.) Tek avantajları ise toplumsal cinsiyet rolleriyle şekillendirilmiş ve bu “görev”i yerine getirmeye kodlanmış kadınların varlığıdır. (Fark ettiniz değil mi? Bu cümle, hem durum tespiti hem de çözüm anahtarı.)

Anlattığın hikayenin kahramanı da egosunu bu şekilde tatmin edebilen bildiğimiz erkeklerden sadece biri. Kadın ondan hoşlanır, adam bunun farkındadır. Erkek bu kadınla bir şeyler yaşamak istiyorsa çok sorun olmaz. Ancak ya bir şeyler yaşamak istemiyorsa? Biz olsak ne yaparız? Birincisi zaten biz de hoşlanmıyorsak; adamın ilgisi (genelde) bizi rahatsız eder, ona bir şekilde kendisinden hoşlanmadığımızı belli etmek için uğraşırız. O arada, kırılmasın diye kılı kırk yararız, çoğunlukla bizi yanlış anladığını, nerede hata yaptığımızı düşünüp uykusuz kalırız, bazen o kadar ileri gideriz ki, parmağımıza bir yüzük takarız, bizi yanlış anladığını göstermek için. (Bunlar aynı zamanda zaten bizden beklenen davranış biçimleridir.) Ne yapmayız bu durumda örneğin? Her fırsatta görüşmeyiz, teklif ondan gelse de bir şekilde uzak dururuz, kendimiz zaten teklif bile etmeyiz. Günde beş-on kez WhatsApp’tan yazışmayız, gecenin birinde-ikisinde ise zaten asla yazmayız. Onunla özel planlar yapmayız, baş başa kalmamak için dört döneriz vs. vs. Bir kadınla bir erkek yakın arkadaş olamaz mı, günde on defa yazışamaz mı arkadaş olarak? İyi ama, bir tarafın diğer taraftan hoşlandığı, bir birliktelik umut ettiği gerçeği varken; bu nasıl bir arkadaşlık olacak?

Biz böyle yaparız; bizden böyle yapmamız beklenir. Peki ya erkek (genellikle) ne yapar? Bırakalım yukarıda bizim yaptıklarımızı; aksine bu hoşlanma durumunu sürekli canlı tutmak için takla atar; bunun için elinden gelen her şeyi yapar (unutmayın! Beslenmesi gereken bir canavar var çünkü içlerinde.) Kadının kendisinden umudu kesmesini istemek bir yana, bu umudu sürekli canlı tutacak her yol kullanılır. Bunlar yapılırken dikkatli bir katil titizliğinde arkada hiçbir delil bırakılmaz. Çünkü artık bu ilgiyi istemediğinde, ya da olay patladığında ardına sığınılacak cümleler şimdiden hazırdır: “Ama ben senden hoşlanmıyorum ki! Ben sana hiç umut vermedim ki! Ben seni hep arkadaşım olarak gördüm ki!” Kahramanımız, bu sözleri kullanacağını öncesinden elbette bilmiyordur; böyle bir hazırlık içinde değildir. Ama ben biliyorum. Yemin ediyorum ben biliyorum! Tek tek erkekleri değil ama erkekliğin ne demek olduğunu biliyorum çünkü. Ve bu cümlelerin kullanıldığı binlerce, milyonlarca örnek verilebilir. (Hiçbiri önceden planlanmamış, düşünülmemiş olmasına karşın bu kadar “tesadüf”ün bir anlamı olmalı değil mi? İşte bu anlam; erkeklik ve onun beslenmesi şart olan egosudur.)

Hikayendeki kahramanımızın bu yazıyı okuduğunda kendisinden bahsedildiğini anlayıp anlamadığını çok merak ediyorum. Ama eğer anlamışsa, inan ki nasıl bir tepki verdiğini hiç ama hiç merak etmiyorum. En iyi savunma saldırıdır (en ilkel savaş taktiğidir bu). Bunu istersen yumuşak bir tarzda yaparsın; “yaa çok üzüldüm, gerçekten sen böyle mi anladın beni?? Tüh ya, ben ne kadar eşeğim, hiç anlamamıştım benden hoşlandığını” vs. vs. Ya da saldırgan bir tarz kullanılır. Hiç fark etmez gerçekten, sonuçta hedeflenen kadınlık gururumuzdur. Ve inan, kadınlık gururumuz bence en önemli varlığımızdır. O kırıldığında, onun kırılmasına izin verdiğimizde benliğimizden çok şey yitiriyoruz diye düşünüyorum. Gurur, hep olumsuzlanan bir durumdur, biliyorum. Ama kadınlığımıza dair gururumuzu ben olumsuzlayamıyorum. Kırılmasını engelleyebilmemizin tek yolunun ise; erkeklik durumunu sadece çözümlemekle kalmayıp, altında yatan zayıflığı-güçsüzlüğü-korkaklığı görmekten geçtiğini düşünüyorum. “Feminist misin la sen?” denmesi pahasına söylüyorum, ben sadece görmüyorum, küçümsüyorum da, hatta bazen çok da eğleniyorum. Hani, çocuklar parmağını prize sokarlar gözünün önünde, ne yaptın sen diye tepki gösterince “ben yapmadım” derler ya, işte öyle eğlenceli geliyor bana bu durum. Evet, bu çocuklar kadar sevimli olmadıklarını ben de biliyorum; parmaklarını soktukları yer de priz değil, bizim yaşamımız; ama sevimli olmadan da komik olunabilir değil mi?erkeklik

Hala dertli misin bilmiyorum. Ama sevgili dostum; bu mesele bu kadarcıktan ibaret değil elbet. Daha ne savunular var:  Örneğin “Kadınlar da aynı şeyi hiç yapmıyor mu?” sorusu var. Doğrudur istisna durumlar vardır; ama konu istisna olmaları değil; erkeklerin böyle bir durumda yine başka kadınlar üzerinden kırılan egolarını besleyip büyütebildikleri gerçeğidir bu sorunun karşılığı. Düşünürken aklıma geldi: Kadınlar içe doğru kırılıyor, erkekler dışa doğru sanırım. Erkekler kırıldıklarında yere fırlatılmış bir kristal vazo gibi milyonlarca parçaya bölünüp, o parçaların her biri bir kadına saplanıyor. Kadınlar kırıldığında ise, o parçaların her biri kendi içine saplanıyor, derin yaralar oluşturuyor. Anlatabildim mi bilmiyorum. İçimize batan tüm o parçacıkları tek tek çıkartıp iyileşebiliriz. Bir çift el yetmez, ya da çok uzun sürer. İmece usulü yapalım bence. Birbirimizin içine dalalım, birbirimizi iyileştirelim. (derim ben)

Umutlu bir YDK’lı

 

Not: Çok geç kaldığımı biliyorum bu yazıyı yazmakta. Senden de tüm kadınlardan da özür diliyorum. Ama inan ciddiye almamaktan, olayın politik yönünü görmemekten kaynaklı değildi bu gecikme. Olay, zaten baştan aşağı politik bir konu, görmemem imkansızdı. Objektif koşullar diyelim kısaca. Ama bu konuda herkesin söyleyebileceği bir söz mutlaka vardır, bundan eminim. Bence söyleyelim.

http://yenidemokratkadin.net/deneyimler/1093-2015-04-20-13-37-30.html

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu