Çünkü bir kişi daha eksilmeyeceğiz
Her güne kendisi de cevabı da, boğazıma yumruk gibi takılı kalan sorularla başlıyorum. Ben uyurken dün gece, acaba kaç kadın katledildi? Kaç kadının bedenine değdi, kirli bedenleri… Acaba kaç kadın ağrılar içerisinde geçirdi geceyi? Kaç kadın kabuslarla uyandı uykusundan, çığlıklarını bastırmak için yastığını çiğnedi? Kaç kadın bir tecavüzcünün çekip gitmesini izledi? Kaç kadın kurtulduğunu düşündüğü yerde, müstakbel katiline teslim edildi? Peki yaşamla ölüm arasında, kaç kadın gidip geldi? Kaç kadının adı kayıtlara “intihar” olarak geçti? Kaç kadın ölüme temas edip, bir kez daha ölemedi? Kaç kadın yaşamak için bir erkeğe direndi peki? Kaç kadın demir parmaklıklar arasına girmek pahasına, yaşamına sahip çıkmayı seçti…
***
Özgecan’ın öldürüldüğü günlerdi. Herkes birdenbire “kadına yönelik şiddet”i lanetler olmuştu. Aradan bir hafta geçince öfke dindi, kadınların sesini bastıran bütün o sesler kesildi. Ama bizim karşılaştığımız taciz ve tecavüz kesilmedi; hele kadın katliamı hiç mi hiç kesilmedi. Erkek şiddeti üzerimizden bir an bile olsun eksilmedi. Ve şiddet ülkenin gündemine, bu kez gündemde olan bir kadının, Mutlu Kaya’nın başından vurulmasıyla yeniden girdi. Erkek şiddeti, yine medyatikleştirilmişti.
Bu arada da üniversite öğrencisi bir kadın, güzergah dışına çıkan minibüs şoförünün saldırısından son anda kurtuldu. Yeni bir “Özgecan vakası” yaşatma tehdidinde bulunan saldırgan, ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı. Bu olay neredeyse hiç gündemleşmedi. Çünkü genç kadın, tecavüze uğramamış ve öldürülmemişti. Ama Cansu Kaya, öyle değildi. 18 yaşındaki Cansu, biri sevgilisi olmak üzere 3 kişinin saldırısına uğramış ve tecavüz edildikten sonra boğularak su kanalına atılmıştı. Katillerden biriyse ne tesadüf ki, Özgecan eyleminde görüntülenmişti.
Hazır yeri gelmişken yazmasam olmaz. “Erkekler niye katılmayacakmış! Özgecan hepimizin meselesi” naraları dün gibi aklımda. Acımızın ve isyanımızın sokaklara döküldüğü o günlerde; erkeklerin en “politik” halleriyle bizlere nasıl saldırdığını unutmak mümkün mü? Bu eylemlerde yer alarak vicdanını rahatlatmak isteyenlerin, eksiğiyle fazlasıyla bu şiddetin bir parçası olduğunu söylediğimizde hepsinin yüzünde aynı şaşkınlık ifadesi… Bize dün ve bugün şiddet uygulayan, yarın da uygulamaya devam edecek olanların aramızda olduğunu ifade ettiğimizde ise, gözlerde aynı kızgınlık… Ve hiçbir mahcubiyet hissi olmaksızın kendini tekrarlayan o saldırganlık…
***
Ve bir trans aktivist, Kemal Ördek… Seks işçilerinin karşılaştığı hak ihlallerine ilişkin bir konferans vesilesiyle temas kurmuştuk ilk kez… Bu kez bir aktivistin karşılaştığı saldırıyı okuyorum kendi kaleminden. Evine gelen iki erkekten biri tecavüz ederken, diğeri gasp etmiş. Sonra bir üçüncü bir kişiyle, kalan parasını almak üzere ölüm tehditleri altında ATM’ye götürmüşler Kemal’i. Ve bir şans ki, yolda gördüğü polis ekiplerine doğru koşmuş ve anlatmış olanları…
Sonrasında yaşananları kestirmek güç değil. Yaşadıklarını anlatırken, bir polis “Sen sus, sormadan konuşma” diye susturmuş Kemal’i. Ve saldırganlar polislerle beraber aracın ön kısmında, Kemal ise saldırganların bulunması gereken zırhla çevrili arka kısmında karakola doğru yola çıkmışlar… Bu sırada “Biz erkek adamız memur bey, siz bizim halimizden anlarsınız, bu ibnenin lafına inanmayın…” demiş saldırganlardan biri, bir diğeri ise polislerin yanı başında “Seni s… s… öldüreceğim, hele bir suç duyurusunda bulun, kafanı koparırım!”. Elbette bunların hiçbiri tutanağa geçmemiş.
Kendi anlatımıyla, “Tehdit, tecavüz, ölüm ile eşleşen 3 erkek… Bu ikiyüzlü erkekliğin ortasında, bir seks işçisi, bir LGBTİ…
Bir hak savunucusu…”. Sonuç mu? Saldırganlar serbest; hala telefonla tehdit ve tacizlerine devam ediyorlar. Kemal ise, aslında hiç de yabancısı olmadığı, ancak yeniden yaşadığı bu tramvayı atlatma ve kendini koruma çabasıyla yaşamına devam ediyor.
***
Bir fotoğraf çıkıyor karşıma… Bir başka kadın: Çilem Doğan. Kollarında iki polis, öylesine güzel direniyor ki bakışlarıyla! Bakışları, öylesine güç veriyor ki… Evlendiği günden beri şiddet gördüğü erkeği öldürmüş Çilem. Kendisini “fuhuş”a zorlayan erkeği, her gün para karşılığında onlarca erkeğin tecavüzüne uğramadan öldürmüş. Tutuklandığında da yüzündeki tebessüm, bakışları gibi; öylesine kararlı, öylesine tereddütsüz… Ve sözleri de, bakışlarına suç ortağı oluyor Çilem’in: “Hep kadınlar mı ölecek, biraz da erkekler ölsün!”
Ve bütün bunlar zihnimden geçerken; bir pankart, tokat gibi çarpıyor yüzüme: “Özgecan katilini öldürmüş olsaydı, Nevin gibi müebbet alacaktı”… Tesadüfen ölmeseydi Özgecan, tesadüfen hayatta kalsaydı mesela… Yaşayabilmek için o erkeği öldürmeyi başarabilseydi, o da Çilem gibi tutuklanacaktı. Ve hafifletici hiçbir sebep bulunamayacaktı, bu ölüme. Hiçbir “tahrik” yeterince ağır olmayacaktı. Çilem mesela… O gün dayağını yeyip uyusaydı, tutuklanmayacaktı. Çilem Antalya’ya gidip seks işçisi olsaydı da, tutuklanmayacaktı. Çilem o gün ölseydi, evet evet bu sefer kesin tutuklanmayacaktı. Çilem kazara hayatta kaldı ve tutuklandı. Özgecan başaramadı belki ama Çilem başardı. Çilem erkek şiddetine boyun eğmemenin adı oldu; direnmenin adı oldu benim için…
Şimdi yaşamına sahip çıkan bir kadına, onun direngen bakışlarına sahip çıkma zamanı… Çünkü biliyorum, bir gün Özgecan’ın yerinde ben de olabilirim. Sesimi kimseye duyuramadan katledilebilirim. Bir gün ben de Nevin ya da Çilem gibi, yaşamımı korumak için bir erkeği öldürebilirim. Evet yapabilirim bunu. Son sözlerimi şimdiden söylemek istedim.
Şimdi, hala merak ediyorsanız eğer… Neden mi öldürüyoruz? Çünkü bir kişi daha eksilmeyeceğiz!
lilith