İktidarla Çıldırmacalar
“Erkek egemen zihniyetin iktidarı ve belki de hepimizi ittiği paranoyalı yaşam hallerinden merhaba herkese… Cinsiyetsizliğimi ilan ettiğim bu günlerde trans özgürlük mücadelesinde yer alışım şüphesiz güçlendirdi beni.”
Bu yazıya ne diye başlayayım bir türlü bilmemekteyim. Bilmemekten ötürü haftalardır da yazamamaktayım. İktidar ve beden üzerine düşünürken defalarca kendimi sorguladığım uzun soluklu bir dönemden geçtiğim bir gerçek.
“Cinsiyetli bedenimi, cinsiyetsiz ruhumu ve eşcinsel aşklarımı nasıl açıklayacağım yoldaşlarıma” sorusu kafamı kemirirken aslında yoldaşlığın da yer yer bir iktidar oluşturduğunu düşündüğüm doğrudur. Erkek egemen zihniyetin iktidarı ve belki de hepimizi ittiği paranoyalı yaşam hallerinden merhaba herkese. Bir iktidar sorgulamasına girdiğim ergenliğimden bugüne hayatımda pek çok şey değişti. Cinsiyetli bedenim ve eşcinsel aşklarım hariç… Belki de bu cinsiyetli beden meselesi yüzünden durduğum yerden iktidar meselesini sağlıklı da sorgulayamıyorum. Bu soruların hepsi beynimi kemirirken kendimi YDK içerisinde buldum. Aslında buldum da demeyelim, zorla soktum kendimi buraya. Bir yandan LGBTİ hareketinin içinde, bir yandan solculuk yaparken bir yandan da kadın özgürlük mücadelesi içinde tutunmaya çalışırken ellerimden kayıyor “iktidar”ım.
Meseleye kendimi eşcinsel olarak tanımladığım günlerden gireyim isterseniz. Evet, kendimi eşcinsel olarak tanımladığım günler… Ergenliğimin ilk yılları ve aşık olduğum, şehvet duyduğum, çılgınca seviştiğim penisli insanlar. Penisli insanlar diyorum çünkü kaçı kendini “erkek” olarak tanımlıyordu bilmiyorum. Bir Güneydoğu kentinden küçük mü küçük, soğuk mu soğuk bir Doğu Anadolu kentine taşınmamın ardından ve Gezi günlerinde, aslında kendimi eşcinsel olarak tanımlamamın anlamsızlığını fark ettim. Daha doğrusu transfobimle yüzleştim. Bir insan nasıl olur da bunca küçük bir kentte transfobisi ile yüzleşir meselesi LGBTİ hareketiyle kurduğum yoldaşlık ilişkisinin güçlenmesi ile açıklanabilir aslında. Daha sonra bir Gezi’dir patladı gitti zaten. O günlerden sonra kendimi “gey” olarak tanımlamamın anlamsızlığını fark ettim. Sorgulamalar ve çıldırmacalar arasında hayatımın aşkıyla tanıştım. Evet, hayatımın aşkı!
Yine bu sorgulamalar ve politik doğruculuk belası arasında yitirdim hayatımın aşkını. Sonra sorgulamalara devam. Cinsiyetsizliğimi ilan ettiğim bu günlerde trans özgürlük mücadelesinde yer alışım şüphesiz güçlendirdi beni. Aileme kendimi “eşcinsel” olarak kabul ettirmemin zorlu sürecinin ardından bir de cinsiyetsiz bir dönme olarak açılmak yorucu geleceğinden o kısmı bir kenara bıraktım. Zaten annemle karşılıklı ağlaşmalarımızı tekrar yaşayacak gücü bulamıyorum artık kendimde. Hayatımın aşkı beni bırakıp gittikten sonra hiç bulamıyorum. Ailemin kabullenme ve sevgilim olduğunu bilerek ama bilmezden gelerek hayatımın aşkıyla tanıştığı o günlerde sevgilim yanımdaydı. Yoldaşlarımın da büyük desteği vardı ama onun oluşu başkaydı. Ama artık o yok ve o boşluğu dolduracak kimse de yok. Bu nedenle tekrar yeltenmiyorum. Belki “cinsiyetsiz” aşkımı bulurum da ancak öyle, onun yanında yaparım bunu. Neyse buraları geçelim. Asıl meselem iktidar galiba ya da öyle olması gerekiyor. Ailenin ve sevgilinin iktidarı da böyle kafayı yediriyor, demek ki.
Bombaların, kan kokularının arasından geçtiğimiz şu günlerde kaç patlamadan daha kurtulacağım bilinmez. İktidarın savaş politikaları ve üzerimizdeki yıkıcı etkisi bizlere bir yandan yeniden birlik içinde mücadele etmeyi de öğretiyor aslında. Yine ne kadar iyimserim. Biraz önceki süreci anlattım çünkü bu süreç benim olgunlaşma ve iktidarla hesaplaşma sürecimi içeriyor. O kutsal devrimcilik içerisinde bir “ibne” olarak çok değerli ağabeylerimin ve ablalarımın bana “toplum gerçekliği” dersleri verdiği günleri geride bırakıp daha özgür olabileceğim LGBTİ hareketi içerisine girdiğim günler çoktan geride kaldı. İktidarın iktidarını korumak için kurduğu toplumsal baskı ve yönettiği nefret halinden şikayet edip mücadele etmeye devrimcilikle başlamıştım zaten. Sonra bir de devrimciler içerisinde mücadele etmeyi de öğrendim. LGBTİ hareketi içerisinde de “makul bir gey” olmamaktan ötürü oldukça çok şey duydum. Kadın hareketinin içerisinde ise “sırf kendine özgürlük alanı yaratmaya çalışıyor” gibi söylemlerle sağır oldu kulaklarım. Trans hareketin içinde de “elbet bir gün dönecek, dönmeyecek olsa neden oje sürsün” diye diye bedenimle hesaplaşmaya ittiler beni. Ahhh, ne kadar da mağdurum!
Bu bir mağduriyet ilanı değildir, yoldaşlar!
Hala yoldaş olabileceğimizi ümit ederek yazıyorum aslında bunları. Her zamanki gibi son gönderme tarihini geçirdiğim şu yazıyı yazarken kafamın içerisinde onlarca şey var aslında. LGBTİ hareketi içerisinde devam ederken özel olarak trans hareketin bir parçası olmam bir tesadüf değil elbette. Kendi bedenini yeniden inşa edip, yeni bir doğum günü belirleyen o “sonradan olma” kadınlar ve erkekler arasında cinsiyetsizliğimin “iktidarsızlığı” beni ne kadar da memnun ediyor. Sakallarım ve kırmızı rujum, kıllı bacaklarım ve mini eteğim, manikürsüz ellerim ve ojelerim hepsi iyi ki var. Kadın hareketi içerisinde olmalı mıyım olmamalı mı? Bilmiyorum! Evet, bilmiyorum çünkü her cinsiyetin varlık mücadelesi aslında cinsiyet rollerini yeniden doğuruyor. Bu bir trans bile olsa. Bu rollerin hepsi yeni bir iktidar alanı yaratıyor. Mikro düzeydeki bu iktidar alanında da iktidarsızlık için hep birlikte mücadele ederken mağdur olan yeni iktidarsızlar ortaya çıkıyor aslında. Öğrendiğim her şeyi aslında kafama vura vura bu mikro iktidar alanları öğretti, öğrenmek zorunda bırakıldım. Her sabah uyandığımda hayatımın aşkını kaybetmiş olmamın sebebinin öğrendiğim şeyleri uygulamaya çalışmak olduğunu düşünüyor ve her akşam bu düşünceyle tekrar uyuyorum.
İktidarın cinayetleri, açlık, yokluk ve varolma mücadelesinin tam ortasında benim aşkımı yitirip kafayı yemiş olmamın ne önemi var gerçi. Ölümün olduğu bir yerde daha ciddi ne olabilir? Ama madem bu bir iç hesaplaşma yazısı benim için, bütün bunları yazıp rahatlamam gerek. Ama ya bunları yazarken ben de yeni bir iktidar alanı oluşturuyorsam, o zaman ne olacak? Cinsiyetsizlik beyanım, kadın hareketi içerisinde mesela, aslında bir iktidar alanı yaratıyor ve yoldaşım dediğim insanların söz söyleme hakkını engelliyorsa? Nasıl olur demeyin, oluveriyor işte. Bir gün bir yoldaşınız “Ya ben sana o gün şunu söyleyecektim ama cinsiyetsizlik beyanın olduğu için söyleyemedim” diyebiliyor. Ama yine de erkek egemenliğinin karşısında birbirimizden öğrenmek zorunda kaldığımız onca şeyin aslında “Büyük Abiyi” devirirken yeni bir iktidar alanı oluşturmayalım korkusuyla ortaya çıktığına inanıyorum.
Ya da inanmak istiyorum ve hareketlerin öznesi olmasak bile yoldaşlığın ve dayanışmanın baki olabileceğini düşünüyorum. Yoksa gerçek bir iktidarsızlık hali mümkün değilmiş gibi geliyor. Sahi mümkün değil mi?
Ozan Uğur
*Bu yazı ilk olarak Yeni Demokrat Kadın dergisinin 5. sayısında yayınlanmıştır.