8 Mart coşkusunu referandum çalışmasına taşıyalım!
Ezilenlerin mücadelesinin her yandan kuşatılmaya çalışıldığı bir süreçten geçiyoruz. Biliyoruz ki, böyle süreçler mücadelenin sürekliliği için daha fazla ısrarı koşullamaktadır. Kazanılmış her mevzinin gaspına yönelen devlet, mücadelenin her alanını kuşatmaya çalışırken, bir yandan da bu kuşatmaya karşı çıkacak, bütün engellemelere rağmen ısrarla savunacak dinamikleri çeşitli baskı yöntemleri ile engellemeye çalışmaktadır. Bu, TC’nin sınıf mücadelesini bitirmek için kullandığı tarihsel yöntemlerden biridir. Toplumun en dinamik kesimlerini baskı ve zor yoluyla baskı altına alarak ezilen milyonları sindirme çabasına çok kez şahit olduk. Gözaltı ve tutuklamalar, sınırsız yetki ile donatılan polis ve askerin yaptığı katliamlar, demokrasi mücadelesinin mevzilerinin bir bir kapatılması ve temsilcilerinin çeşitli yöntemlerle etkisizleştirilmesi vb. TC’nin sıkıştığında ilk başvurduklarıdır. Bu yüzden mücadelenin öznelerinin yabancısı olmadığı bir durumla karşı karşıyayız.
Mevcut durumla uzlaşmamak için geliştirdiğimiz mücadele, faşist baskının ve saldırıların en üst boyutta yaşandığı hiçbir dönemde bastırılamamıştır. Israrla nelerin değiştirilebildiğine, engellenebildiğine de çoğu kez şahit olduk. Egemenler baskı ve zor yoluyla dizayn ettikleri böyle dönemleri, en gerici uygulamalarını devreye sokmak, yasallaştırmak için fırsat olarak görürler. Yaratmaya çalıştıkları korku imparatorluğu senaryosunu adım adım hayata geçirdikleri dönemlerde uygulamalarına, ezilenlerin ses çıkarmayacağına mutlak bir güvenle harekete geçerler. Bu mutlak güvenin, birçok pratikte ezilenlerin mücadelesince boşa düşürüldüğü, egemenleri geri adım atmak zorunda bıraktığını da biliyoruz.
Bunun en yakın ve somut örneğini “tecavüz yasası”na karşı kadınların örgütlediği direnişte gördük. OHAL fırsatçılığıyla kadınların uzun erimli mücadele ile kazandıklarını gasp etmek için gündeme getirilen “tecavüz yasası”, binlerce kadının ülkenin dört bir yanında ezilenlere yasaklanan sokakları, meydanları mesken etmesiyle püskürtüldü. Kadınların direnişini, yasanın geri çekilmesinden ibaret görmek haksızlık olur. OHAL uygulamalarının sokaklarda kazanılan direnişleri ortadan kaldırmaya dönük hedefini darbeleyen bir kapıdır aynı zamanda bu hareket.
2016 8 Mart’ında meydanları kadınlara yasaklayan erkek egemen zihniyete kadınların sokakları doldurarak verdiği dersin devam ettiğini bu yıl da kadınlar göstermiştir. “Tecavüz yasası”nın engellenmesi vesilesiyle ivme kazanan mücadeledeki ısrar, 8 Mart’a da rengini ve niteliğini vermiştir. Erkek egemen devletin yasakçı zihniyeti, 8 Mart’ı yine kadınlara yasaklamaya, kadınları sokaklardan vazgeçirerek kapalı alanlara hapsetmeye çalışmıştır.
OHAL’in ve erkek egemen sistemin temsili olan kayyumların kadın derneklerini-birimlerini, dayanışma merkezlerini, şiddetle mücadele ağlarını kapatarak yaptığı hamleyi kadınlar “bütün bu alanlar önemli ama bizim mücadelemiz buralara sıkıştırılamaz” diyerek ve yüzünü sokağa dönerek boşa çıkardı. Şimdi de yasaklanan 8 Mart alanları kadınların ısrarı sonucu kazanılmıştır. 8 Mart’la kadınlar cephesinde kendini gösteren gerçeklik, referandumda hayır kampanyası çalışmalarımıza da yansıyacaktır.
Devletin bütün olanakları AKP’nin evet çalışması için seferber edilirken, hayır kampanyalarına dönük linç, hız kesmeden devam etmektedir. Gözaltı ve tutuklamalarla ezilenler cephesinin örgütlediği hayır kampanyası güçten düşürülmeye çalışılıyor. AKP’nin, “Hayır diyen teröristtir” safsatasını temel slogan olarak kullanmasının bir parçası olarak TV’ler, gazeteler tek ses halinde AKP’nin hizmetinde propaganda yapıyor.
Bu noktada daha ısrarlı ve sistemli çalışmaya olan ihtiyaç açığa çıkıyor. Olanakların sınırlılığı, mevcut olanların engellenmesi karşısında daha yaratıcı ve aktif bir faaliyete yönelmeliyiz. Sınıf mücadelesinin elbette parçası olan günün ihtiyacının gerisindeki meselelerin gündemimizi işgal etmesine izin vermeden, pratik olarak kendimizi ortaya koymaya yoğunlaşmalıyız. Mevcut enerji ve gücümüzü bölmeden, politikanın canlılığı, kitlelerin yenileyiciliği içinde kendimize yönelmeliyiz.
Erkek egemenliğinin cinsiyetçi saldırganlığının kadın çalışmamızı her cephede hedef alarak güçten düşürmeye, politik olarak silmeye, örgütsel mekanizmaları yıpratmaya çalıştığı bir anda, kadınlarla politik gündemler ekseninde biraraya gelmenin koşullarını daha fazla yaratabilmeliyiz. Referandum çalışmasının bu düzlemde önemli bir olanak olduğunu daha önce de vurguladık. Pratiğe yönelebildiğimiz oranda bunun kıymetini daha fazla göreceğimiz açıktır. Kendi gücümüze dayanarak hiç kimseden beklemeden pratiğe girdiğimiz oranda cinsiyetçi saldırganlığın boşa düşeceği açıktır.
Çalışmalarda motivasyonumuzun düşmesine izin vermemeliyiz. Başka birçok örnekte gördüğümüz gibi, kadın çalışması bizi her açıdan güçlendiren bir misyona sahip. Kadınlara politikalarımızı taşıyarak birçok noktada yenilendiğimizi, eskinin prangalarından kurtulduğumuzu önceki çalışmalarımızdan biliyoruz. Bunun farkındalığıyla, politikadan uzaklaştırmaya dönük her türlü hareketi ancak daha ısrarlı bir çalışmayla boşa düşüreceğimizi görmeliyiz. Şimdi referandum çalışmasına da 8 Mart’ın coşkusu ve direnişiyle dört elle sarılalım…