Tina Moditti’nin hayatını ve sanatını hatırlamak
Kadınların birer meta olarak görüldüğü dünyada, geçmişten bugüne kadınlara yönelik cinayetler, tecavüzler, psikolojik ve bedensel şiddet örneklerinin nedeni elbette toplum, toplum olduğu kadar topluma öncülük eden parti ve devletlerdir. Mesela çok uzağımızda olmayan İran’da kadınların üniversitelerde 77 bölümde okumaları yasaklandı. Kadınlarının görevi evlenmek, çocuk doğurmak, eşine ve çocuklarına iyi hizmet vermek olduğunu düşünen zihniyetler arasında kadın ve sanatı biraraya getirmek oldukça tehlikeli ve ahlaksız bir durumdu. Sanat da, çocuk doğurmak dışında her şey gibi erkeğin hakkı ve becerisinde olan bir şeydir. Ve hatta kimilerine göre sanat başlı başına olmaması gereken bir beceridir.
Öyle ki sanat sokakta üretildiğinde ceza, kişilerin çıkarlarına ters düştüğünde toplatılma, bütçeye olan mali yükü yüzünden devlet tiyatroları özelleştirilmeye kadar varıyor. Sanat ve sanatçının bu kadar basitleştirilmeye çalışıldığı ve toplumdan uzaklaştırılmaya gayret edildiği her dönem gibi bu dönemde de geçmişten 20. yüzyılın en iyi fotoğrafçılarından olan devrimci sanatçı Tina Moditti’nin hayatını ve sanatını hatırlamakta fayda var.
Kadın sanatçı ve savaşçı Tina, İtalya’nın Undine kentinde doğdu. Yoksulluk nedeniyle Avusturya’ya taşınan Tina ve ailesi burada da geçinemeyince babası Amerika’ya iş için gider. Bu dönemde kendinden küçük 5 kardeşne bakabilmek iiçin Tina ipek fabrikasında çalışmaya başlar. 1913’te babası Tina’yı da yanına alarak Amerika’da İtalyan göçmenlerin oturduğu bir mahallede yaşamaya başlar.
Bu göçmen semtinde oldukça canlı olan kültür etkinlikleriyle de ilgilenmeye başlayan Tina, değişik amatör tiyatroların oyunlarında önce küçük, daha sonra önemli roller üstlenerek oyunculuk yapar. O dönemde kimi tiyatro eleştirmenleri Tina Modotti’de oyuncu olarak parlak bir gelecek görürler.
“Tiger’s Coat-Kaplanın Postu” adlı filmde başrol oynayan Tina, oyunculuk hayatının kendisine sunduğu kısıtlı ve bilindik rollerden sıkılır. Tina üretmeyi seven, sanatında özgün olmayı isteyen bir kadındır. İlgisini çeken pek çok şey vardı: Edgar Allen Poe’nun, Oscar Wilde’ın, Freud’un ve Nietzsche’nin yapıtlarını okumaktaydı.
1923 yılında Tina kendini tamamıyla fotoğrafçılığa adar. Fotoğraf sanatı hayatına Meksika’da devam eden Tina sanatı ve devrimci duruşuyla devleti ve faşistleri rahatsız etmeye başlar. Öyle ki her türlü iftira ve tutuklamak için bahanelerle halkın gözünde teşhir edilmeye çalışılır. Birlikte yaşadığı Guerrero’nun 10 Ocak 1929’da öldürülmesinden sorumlu tutularak tutuklanır.
Tina’nın “hafif meşrep” bir kadın olduğunu yayarak üye olduğu komünist partiyi lekelemeyi düşünenler bununla yetinmeyip Tina’yı Başkan Ortiz Rubio’ya yönelik gerçekleştirilen suikast girişiminden de sorumlu tutarak Meksika’dan sürerler.
Sanatını devrimci siyasetin hizmetine sunarak, fotoğraflarını adaletsizliği, kadınları ve işçileri görüntülemek için çekmeye başlayan Tina, Moskova’ya giderek devrimci mücadele yoluna daha fazla ağırlık verdi. Savaşçı kadın sanatçı Tina, komünist ajanların yakalandığında öldürüldüğü bir dönemde, çeviri işlerinden faşist Avrupa’ya yönelik gizli görevlerde yer aldı.
Soğukkanlı ve sakin tavırlarıyla asi tutukluların savunulması için kullanılacak fonları teslim etmek üzere pek çok kez İtalya ve İspanya’ya gizli görevle gönderildi. İspanya’da iç savaş döneminde de etkin rol oynayan Tina’nın yazıları, aynı zamanda Ayuda adlı haftalık gazetede yayınlandı.
Devrimci sanatçı kadın Tina’nın bir kalp krizi sonucunda öldüğü söylendi. Oysa hem Tina’nın yaşamı hem de Tina’ya dönük devlet nefreti, onun ölümünün “doğal olmadığını kanıtlıyor.
Sanat, devrim ve kadın bu üç olgu devlet ve erkek egemen zihniyet tarafından her zaman yasaklanmaya, gizlenmeye, bastırılmaya çalışılacak. Bizler kadın mücadelesini, kadının hayatta ve sanattaki başarılarını alanlarda, sokaklarda yazılarımızda ve yeteneklerimizde haykırmaya devam ettikçe; Sokakta sanat, sanatta hayat, hayatta kadın var dedikçe nefes alacağız.
(Bir YDK’lı)