Merdiven boşluğunda asılı kalanlar…
Son süreçte kadına yönelik şiddeti araştırıyorum. Kadınların yüzyıllardır ezilmişliği, edilgenliği ve bu edilgenliğe başkaldıramayışları… Erkek şiddetinin kadın üzerindeki etkisi vs. Günlük okuduğumuz haberler şiddete maruz kalan kadınlar ve erkeğin tahakkümü…
Aslında bizim yabancı olmadığımız ve kadın olarak birebir yaşadığımız gerçekler. Kapalı kapılar ardında yaşanan kadının ve çocuğun korkudan köşelere sinmişliği “ailenin kutsallığını” gölgeleyen aile içi şiddet yine şiddet uygulayan erkeği meşru kılan devlet!
Erkek tüm gün dışarıdaki kinini, öfkesini, zehrini evde eşine ve çocuklarına kusar. “Haklı” olduğunu inanması ve herkesin de onun haklı olduğuna inanmış olması de erkeğin güç göstergesi olarak kalıyor akıllarda.
Ve kapılar kapandı…
Şiddeti araştırdığım dönemde şahit olduğum bir kadın ve çocuğunun şiddete maruz kalması beni derinden etkiledi ve bunu paylaşmak istedim:
Apartman sessizliği bir erkek sesi ile bozuldu “Çık git babanın evine”, “Çağırın bunun babasını, alsın kızını artık. İstemiyorum” gibi cümleler yankılanıyordu merdiven boşluğunda. Bu sözler kadının zaten “kendi malı” olduğuna ve kendisi istemediği zaman da “babasının evine” yollayabileceğini tereddütsüz dile getiren bir erkeğin kendine güvenli sözleriydi.
Bu cümlelere, bu ses tonuna ve bu cümlelerde adamın gözlerinde şakıyan o yabani ve o “her istediğini yapabilir”in vahşi ışıltısına yabancı değildim ama yine de içimden bir şeyler koptu.
Ağlayan bir kadın, ağlayan bir çocuk ve güç gösterisini sonuna kadar gösteren evin reisi erkek vardı karşımda yine… (Ben, eski eşim ve kızım gibi…)
3 yaşındaki kızına “Seni bu gece doğrayacağım. Senin yaptığın yaramazlıklar canıma tak etti” diyen bir baba ve kızını korumak için kendini siper etmiş bir anne. (Bir benzerlik daha: İçki zevkini bozacak derecede ağladığı için kızan eski eşim ve bu yüzden dayak yiyen ben.)
Erkeği susturmak mümkün değildi. Şiddet uyguladıkları sanki düşmanıydı, öylesine saldırıyordu ve “haklılığını” kanıtlamak için pervasızca bağırıyordu.
Komşular sakinleştirdi adamı ve kapılar kapandı…
Evet kapılar kapandı ve ne yaşandı kapılar arkasında bilinmez!
3 yaşındaki kız çocuğunun korku dolu gözleri ve bir köşeye sinmişliği ile ağlamaktan kan rengi olmuş kadının gözleri asılı kaldı aklımda. Olayı engelleyecek kadar müdahale edemeyişim ve kendime kızgınlığım…
Komşular “Olur öyle şeyler karı-koca arasında. Hem karısı da çok konuşuyor. Arada korkutmak iyidir, erkeğin az da olsa hükmünün geçmesi gerek. Yoksa baş edilmez” cümleleri anlatıyordu yeterince.
Bu toplumda kadının aile içindeki yerinde kurallar vardı onlara göre: Konuşmak yasaktı kadına. “Sen, sen ol. Haddini bil. Eğer ileri gidersen, başına neler gelir? Gör! Kimse de arkanda durmaz.” Çünkü her kapalı kapının ardında kadına şiddet, kadına tecavüz, kadına gözdağı vardır.
Düşündüm bir kez daha… “Kadın olmak” dedim, “Zulme, ölüme, sinmişliğe karşı koymak olmalıdır”! Biz kadınları yok sayan erkek egemen zihniyetten hesap sormaktır. Yoksa daha çok merdiven boşluğuna asılı kalır gözyaşlarımız, susuşlarımız, sinmişliklerimiz…
İstanbul’dan bir YDK’lı