Emek sömürüsü ve annelik
Emek, kadın emeği denilince benim aklıma önce bir insan gelir.
Uzakta şimdi, özlediğim, her aklıma düştüğünde dizlerine yatıp usul usul ağlamayı özlediğim insan. Sarılmayı özlediğim küçük çınarım o.
Emeği yüzündeki çizgilerin derinliğinde saklı, çizgilerin yorgunluğu yüreğinin hüznü bir kadın o.
O gelir aklıma kadın emeği denilince çünkü bir kadın olarak dayatılan tüm toplumsal rolleri birebir hepsini yaşamış/yaşatılmış, yaşadıkları kadının tarihteki yenilgisinden, gelişimine, toplumsal rolünden direnişine kadar pek çok benzerlikten kaynaklı şaşırtıcı değil tam tersine somutlanan bir olay yaşadıkları.
Kadın emeğinin sömürülmesi ne ataerkil düzenden, ne ataerkil düzenin yarattığı toplumsal rollerden bağımsız ele alamayacağımız bir sömürü şekli.
Kadının sömürülmesi denilince aklıma ilk önce bir insanın gelmesi yani annemin gelmesinin nedeni ise onun kadına yönelik sömürünün her türlüsü yaşamış olmasıdır.
Yüzündeki çizgiler, yüreğindeki hüzün, ellerindeki nasır onun emeğinin karşılı oldu.
Önce aile baskısından kurtulmak için yıllarca emek verdiği “baba evinden” ayrılarak tanımadığı bir erkekle evlenmek zorunda kaldı. Düğün günü hayvanları otlatmaktaydı. Traji-komik bir hikâye. Geldiğinden yemek yapılmış; ekmek yok, oturmuş ekmek yapmış tandır denilen ekmek fırınında. Düğün bitince sıra kadının zincirine zincir ekleyen “koca evi” yoluna yolculuğu başlamış, dertlenince anlatır bana.
Her şey aslında “olağan” gelişiyordu. Çünkü toplumsal gelenek ve göreneklerle toplumda bunları oldukça normal karşılıyordu. Dolayısıyla annem de diğer kadınlar gibi “kaderine” razı yaşamaya başlamış.
Toplumsal cinsiyetçi işbölümüne göre ayrılan işler köylerde kadınlar için geçerli değildir. Ben kendimi bildim bileli en ağır en “erkek” işleri daima annem üstlendi. Yeri geldi yük taşıdı, yeri geldi elektrik tamirinden her türlü tamir işini üstlendi. Evin tüm işlerini kendisi üstlendi, ama hiçbir zaman ekonomik denetimi eline alamadı, kaç para harcayacağını daima evin “reisi” erkek üstlendi.
Sömürü her geçen gün katlanırken, şiddette artmakta ve tüm işlerin yanı sıra çocuk doğurmak ve bakımını yapmak gibi yeni işler diğer tüm köylü kadınlar gibi eklendi bu çarka.
Evlik dedik bir zincirdir kadının kölelik yaşamında, çocuk yeni bir zincirdir, daha kalındır. Kadının sömürüsüne yeni bir halka olan çocuk kadının aile ile birlikte, annelik denilen “kutsallık” üzerine var edilmesine en “doğal olanak” yaratılır. Annem 6 çocuk ile birlikte ayrılma, boşanma düşüncesini her gün biraz daha “unutmak” zorunda kalmış.
Köyde iş bitmez. Köyde büyüyen bilir, hayvan bakımı zaten hayatının tümünü kapsarken, kadın için ekmek, çamaşır, tarla vb. onlarca iş sayılabilir. “Yapılması gereken” işler bitmez.
“Cennet annelerin ayakları altındadır”
Annem dizginsiz emek sömürüsünün altında ezilirken, çocuk toplumsal baskılardan kaynaklı yeni bir sömürü halkası eklendi yaşamına. Artık bırakıp gidemezdi, çünkü “kutsaldı” annelik.
Devlet her fırsatta “Cennet annelerin ayakları altındadır” diyerek kadının kendini var etiği alanını belirlemiş oluyordu. Toplumsal baskı öyle bir şey ki en yakınımın bunu nasıl yaşadığını gördüm.
İnsan bu kadar nefret ederken yaşamından, bu şekilde nasıl bu durumu yaşamak zorunda kaldığını bu kadar yakından bilmek gerçekten bana hep acı vermiştir. Bir taraftan bırakıp gitmek isterken bir taraftan kalmaktan başka çarenin olmadığını düşünmek…