Celep “Bunu reddediyorum ve ben ben olmaya devam edeceğim”
15 Temmuz darbe girişimi sonrası yayınlanmaya başlayan KHK’lerle ülkenin birçok şehrinden ve kamu kurumlarındaki her meslekten on binlerce insan işlerinden atıldılar. KHK’lerle İstanbul Kalkınma Ajansı’ndaki işinden atılan Betül Celep’le kendi ihracını, son yayınlanan KHK’leri “nasıl değerlendirdiğini ve ne yapılması gerekiyor”u konuştuk.
– Yaşadığın süreci anlatabilir misin?
– İstanbul Kalkınma Ajansı’nda planlama uzmanı olarak 5 yıldır çalışıyordum. 6 Ocak’ta yayınlanan 679 sayılı KHK’deki listede ismimi gördüm. Bana devlet şunu söyledi: “Bir daha işe gidemezsin ve işe giremezsin. Kamu hizmeti yapamazsın. Pasaportuna el koyduk. Sen artık yaşarken öl.” Şimdi bu listede bir rakam olarak ismimin geçmesinin sebebini ben bilmiyorum. Zaten birçok insan bilmiyor. İşyerlerinden korkunç bir soruşturma süreci yaşanıyor.
Darbe girişimi sonrasında dediler ki Biz FETÖ’cüleri kamu kurumlarından temizleyeceğiz. Bunu kendileri yeni bir tabir olarak çıkardılar. Cemaatle ilişkili olanları yani. Peki ne yapacaksınız, soruşturma yapacağız dediler. Benim işyerimde önce genel sekreterimizi yani amirimizi görevden aldılar. Onun yerine vali yardımcısı Ahmet Önal’ı göreve getirdiler. Ve dediler ki soruşturmayı o yürütecek. Önce bir toplantı aldı ve dedi ki ben şimdi size kişisel sorular soracağım. “Ya birinin ismini vereceksiniz ya da siz osunuz” dedi. Yani ya cemaatçi ya da muhbirsin! Solcular da kendilerini çok rahat hissetmesinler bu meselenin bizim dışımızda olan bir mesele diye düşünmesinler. Onlar da topun ucunda olduğunu bilsinler diye tehdit etti.
Bizi sorgu odalarına tek tek alarak “MİT tırları hakkında ne düşünüyorsunuz?”, “17-25 Aralık sürecini değerlendiriniz?” gibi sorular sordu. Korkunç, insanları baskı altına alan bir süreçti. Ben de bu sorgu odalarına girdim. Bir dakikalık bir görüşme yaptım. “Size bir isim vermeyeceğim. Burası bir işyeri, burada profesyonel çalışıyoruz. Size söyleyecek bir şeyim yok. Ayrıca bu yaptığınız şey hukuksuz” dedim. Bu görüşmenin sonrasında bizim işyerinde şöyle bir uygulamaya gidildi. “Şüpheli olanlara yani terör örgütü bağlantısı olabilecek şüphesi taşıyanlara iki ay ücretsiz izin veriyoruz” denildi. “Peki, ne yapacaksınız?” diye sorduğumuzda “iki ay ücretsiz izinde kendinizi bize ispatlayın. Bu şüpheyi yok edin” dendi. Nasıl yapabilirsiniz bunu? Mesela vali yardımcısını telefonla aratacaksın üst düzey birilerine ve bunu çok açıktan söylüyor yani. 5 arkadaşımıza önce bunu sundular. Sonra ikinci dalga bir soruşturma yapmaya başladı. Sarıldık, vedalaştık. Geri döneceklerini söyledik. Sonra bu birlikteliği gördüğü için ikinci soruşturmaları, valilik, tek tek insanları çağırarak yapmaya başladı. Ben bu sorgu odalarına gitmedim, çağrılmadım. Sonrasında dediler ki soruşturmalar bitti.
Kamuda izinleri kaldırmışlardı, yani “yurt dışına çıkamazsın, yıllık izin alamazsın” denerek iki gün izin kullanabileceğimiz belirtildi. Ben de o dönemde iki gün izin aldım ve ailemin yanına gittim. Vali yardımcısı Ahmet Önal o iki günden birinde ajansa gelmiş ve beni sormuş. Benimle görüşmek istediğini söylemiş. Demişler ki “siz izin alabilir dediniz o da kullandı.” “O zaman Aslı gelsin” demiş. Aslı ile benim ismimi genellikle karıştırıyor. Aslı sendika temsilcisi olan kadın arkadaşımız. Onunla konuşurken şey demiş “siz DHKP-C sempatizanıymışsınız?” Aslı da DHKP-C ile bir ilgisi olmadığını kendisinin sosyalist olduğunu ve bu anlayışla yaşadığını söylemiş. Vali yardımcısı Ahmet Önal “Ben sosyalistlerin kamu kurumlarında çalışmasını doğru bulmuyorum.” Bu kadar. Sonra Aslı 29 Ekim’de KHK ile işten atıldı. O atıldıktan sonra işyerimizde sendika temsilcisi olarak oy birliğiyle ben seçildim.
Burada şöyle bir akıl olduğunu düşünüyorum. Burada 3-4 tane solcu-sosyalist arkadaş var, elebaşı olarak gördüğü kişi Aslı’ydı. Sendika temsilcisiydi. “Ben onu atayım. Ve korku iklimini yaratıyım. Burada ne sendika kalır ne de başka bir şey. Solcular da susarlar.” Fakat sendika temsilcisi olduktan sonra hiç susmadım. Yeni toplu iş sözleşmesi dönemi yaklaşıyordu. İşçi hakkından, taşeronundan, hukuksuz iş yaptıklarından, taşeronun asıl işi yapamayacağından. Bunun düzeltilmesi gerektiğinden kadınların haklarının gasp edilmesinden falan bahsettim. Ve 6 Ocak’ta listede ismimi gördüm.
– Direniş kararını nasıl aldın?
– 6 Ocak’ta atıldıktan sonra direniş kararı aldım. Çünkü devletin bana söylediği şeyi reddediyorum. Devlet bana dedi ki “sen, sen olursan eğer yani kadın hakları, işçi hakkı dersen, barış dersen, kedileri seversen, hayvan haklarını savunursan seni yaşatmayacağız. Yaşarken öldüreceğiz” ve haklarımı gasp ederek yapıyor bu işi. 5 yıllık emeğime, tazminatlarıma, her şeyimin üzerine yattı devlet. Ben bunu reddedeceğim. Ve ben ben olmaya devam edeceğim! diyerek direniş kararı aldım. Bugün direnişimin 3. haftası ve ben 23 Ocak’tan beri Khalkedon Meydanı’ndayım.
– Ne yapılması gerektiğini düşünüyorsun?
– Aslında bu direniş alanıyla biz bunu söylüyoruz. Direnmek lazım. Sokağa çıkmak lazım. Kitlesel bir biçimde sokaklarda olmak gerektiğini düşünüyorum. Ben başka türlü KHK’lerin biteceğini düşünmüyorum. 100 bin tane insanın 50 bini şu an sokakta olsaydı yeni bir KHK gelmezdi. Yeni işten atmalar gelmezdi. Bugün tekil direnişler çok kıymetli biliyorum ama bunu kitlesel biçime dönüştürmediğimiz sürece de büyütemeyiz.
Bu yüzden ben KHK’yle atılan herkese direniş çağrısında bulunuyorum! Yaşadıkları alanlarda, şehirlerde, meydanlarda, sokaklarda ama dışarıda direnmeye çağırıyorum. Farklı yaratıcı eylemlilikler, sadece oturma eyleminden falan bahsetmiyorum. Herkesin kendi mesleği, yaşamı, dili, tarzı farklılıklarıyla direnmesi gerekiyor. Bu biçimiyle herkesi ben sokağa, direnmeye çağırıyorum! Direnmeye çağırıyorum!