Deneyim

(Deneyim) Kızlar için: Flörtüm-sümden notlar…

Valla yazacağım…

Kim ne derse desin, ne düşünürse düşünsün…

Haftalardır beynimi, ruhumu kemirip durdu; biraz da okuyanların kafasını kurcalasın! İsterim ki en çok erkeklerin kafasını kurcalasın, hele de flörtüm-süm olacak o kişinin… Gerçi olay, yer ve isim vermeyeceğim ama olsun. “Acaba beni mi anlatıyor” kaygısını yaşasın ama bir türlü netleştirememenin içine düşürdüğü kurtla günlerce uyuyamasın inşallah!

Bu bile benim için bir kazanım, yemin ederim.

Politik arenada her şey tartışılır ama flört tartışılmaz, tartışılsa da politik insanlar, devrimciler, komünistler buna prim vermez diye düşünüp rahatlıyorlarsa; bence yanılıyorlar. Belki sonda söylesem daha iyi olurdu ama dayanamayacağım, başta söyleyeceğim: Artık YDK var canım, öyle kuru gürültüye, ajitasyona pabuç bırakmazlar aslanımmm! Çünkü kadınların yarattığı, kadınlaşan alanlarda sadece birbirimizin omzuna yaslanıp gidenlerin ardından gözyaşı dökmüyoruz, aynı zamanda birbirimizin yaralarını en hızlı şekilde iyileştirmenin yollarını öğretiyoruz birbirimize.

Neyse buradan devam etmeyeyim; yoksa okumaya başlayanlar sıkılacak. Ben en iyisi olaya geçeyim:

Her ne kadar hanım hanımcık bir kadın olsam da, pek güzel sayılmasam da, ben de her insan gibi birilerinden hoşlanabilme ya da aşık olabilme potansiyeline sahibim! Keza ara ara da aşık olup, ara ara da birilerinden hoşlanıyorum. Kimini içimde başlatıp içimde sonlandırıyorum, kimini de eğer dile dökülecek kadar ele gelmeye başlayan bir duygu yoğunlaşması şeklinde yaşıyorsam yakınımdakilerle paylaşıyorum.

Bundan 8 ay kadar önce birine karşı böyle elle tutulur bir duygu yoğunluğu yaşamaya başladım. Evet, birinden hoşlanıyordum. Adı geçince bile heyecanlanıyor, görme ihtimali kalbimin yerinde pır pır etmesine neden oluyor, hele bir de onunla karşı karşıya geldiğimde kalbimin yerinden fırlamasına engel olmak için ne çektiğimi ben biliyordum. Tabii onu görebilmek, onunla konuşmak, onunla watsaplaşmak için (bu arada watsap olayı üzerinde ayrıca durmak lazım, flörtlerde özel bir yere sahip ve bu yüzden de başlı başlına bir yazı konusu) yaptığım ergence cambazlıkların haddi hesabı yok, ki bunlara hiç girmeyeyim, utanıyorum kendimden!

Gerçi ne utanıyorum ya!

Her hoşlanmanın, aşkın bir acemilik devri vardır ve o vakitler böylesi numaralar mubahtır.

Bir de olmasa ne yazar!

 

– Merhaba, – Kır düğünü isterim ama…

Neyse neyse, çok asiyim bu akşam, kendime bile deli gibi muhalefet edesim var kızlar!

Efendime söyleyeyim; gel zaman git zaman, biz bu çocukla watsaptır, odur-budur görüşmelerimizi sıklaştırdık. Artık benim için film kopmuştu; hani bir duvar yazısı var ya “Üzgünüm bayım! Kadınız, bilmeden seviyoruz” modundayım. Çocuktan hoşlanmaya başladıkça tanıyor, eksikliklerini fark ediyor ama artık film bir kez koptuğu, fren patladığı için geriye dönüşü onurumuza yediremiyoruz.

Dolayısıyla hal böyle olunca kafa bir dünya olmaya başlıyor. Onun her yaptığı harekete bir anlam yüklüyor, her söylediği sözde bir hikmet arıyor, her yazdığından, bakışından bir anlam çıkarmaya çalışıyorsun.

Oysa normal şartlar altında (NŞA) yani hoşlanmanın kimyamla oynamadığı zamanlarda, kızlar siz bilirsiniz; oldukça mantıklı, ayakları yere basan bir kadınım ben. Birçok kadın dostuma hatta erkek arkadaşlarıma bile elimden geldiği, dilimin döndüğünce (ve tabii ki toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı tavır alarak) “aşk doktorluğu” bile yapmışlığım var.

Ama gel gör ki, insanın kendi kimyası değişmeye başladığında bu mantıklı tavrını sürdürmesi biraz zorlaşıyor. Burası bir gerçek, bunu kabul ediyorum. (Yine de aklıma gayet mukayyettim bu süreç içerisinde.)

Ama kabul edemediğim, bana vicdansızca gelen başka bir şey var.

Bilen bilir, bir caps vardır internette. Akıllı telefonun ekranında bir watsap konuşması görünüyor. Bir erkek, ekranın diğer kısımlarının boş olmasından belli ki kadına ilk kez yazıyor, “merhaba” diyor. Kadının verdiği cevap ise “kır düğünü isterim ama” oluyor.

Ha ha ha!

Çok komik değil mi!!!

Değil!

Kadınların, erkeklerin bir “merhaba”sından hemen kendilerinden hoşlandıklarını ve hatta bu capsa göre kendisiyle evlenmek istediklerini düşünecek kadar hayal dünyasında yaşadığı iddia ediliyor.

Bu capsi gördüğümde (ki daha önce buna benzer geyiklerin çeşitli güldürü şovlarına malzeme yapıldığına da denk gelmiştim), içimde bu her yanından erillik akan geyiğe, buna gülen erkeklere, gerçekten kadınlarının çoğunun böyle saftirik olduğunu söyleyerek erkeklerle işbirliğine giden kadınlara ama en çok da bu durumdan faydalanan adamlara karşı içim nefret ve kinle doldu.

Gururum incindi.

Durup düşündüğümde ben de bu duruma düşmek ve düşmemek arasında pamuk ipliğine bağlıydım. Ve tanıdığım hiçbir adam, bu pamuk ipliğini zincir haline getirecek kadar dürüst ve cesur değildi. Daha doğrusu, kadınların bu pamuk ipliğine bağlı ruh halinden yararlanmayacak kadar erkek egemen anlayıştan arınmış değildi!

Ha bu söylediğim, “erkeğin sevdi mi tam sevmesi gerek” modunda bir yaklaşım değil. Dürüstlük ve cesaretten kastım, karşısındaki kadına karşı hissettiği duyguları (hoşlanır ya da hoşlanmaz) daha net dışarı vurması… Bir hoşlanıyor, bir uzak duruyor, bir deli gibi seviyor, bir nefret ediyor moduna girip kadını belirsizliğin çeşitli ruh fırtınalarına sürüklememesi…

Yani kısaca, net olması, arkadaşım! Bu kadar mı zor!

İşin Türkçe mealini, belki biraz karışık olacak ama, şöyle anlatayım:

Benim hoşlandığım, her ne kadar benimsediğim bir kelime olmasa, flörtüm-süm ile aramızda gelişmeler vardı. O da benden hoşlanıyor gibiydi. Benle zaman geçirmekten keyif aldığını söylüyor, benimle sırlarını paylaşıyor ve ben ona sürekli özel ve değerli olduğunu gösteren pratikler içine giriyordum. Benim duygularımın ondan daha yoğun bir halde olduğunu bilmekle birlikte onda da bana karşı duyguların gelişmeye başladığını hissediyordum.

Ben bir-iki başarısız deneme yapsam da dile dökülen bir durum yoktu ortada.

Ama yazışmalarımızı (aylarca yaptığımız hiçbir yazışmayı silmemiştim son ana kadar ve sürekli ilk günden son güne tekrar tekrar okuyordum) kendim her okuduğumda ya da birilerine okuttuğumda veyahut onunla biraraya geldiğimizde benim ilgimi bilen arkadaşlarımın gözlemlerinden bir sonuç çıkıyordu:

O da benden hoşlanıyor!

Yine de kendimi buna kaptırmamaya çalışıyor, bunun kesin olmama ihtimaline de alıştırıyordum. Çünkü hem kendimden hem de çevremdeki onlarca vakadan, erkeklerin öyle olmasa da “hoşlanıyor” görüntüsü çizme yeteneklerinin çok gelişkin olduğunu biliyordum. Ama ne de olsa hoşlanıyor ve aynı duyguların karşındaki insan tarafından da paylaşılmasını istiyor, her şeyi buna yoruyorsun.

Her şey patlak vermeden önceki son günlerim, tam da bu ikilemin çatışması içerisinde geçti. Kısa bir süredir hemen her gün görüşmüş, uzun uzun ve bence özel sohbet etmiş, birlikte zaman geçirmeye çalışmıştık. Doğal olarak bendeki terazi şaşmaya ve ağırlık onun da benden hoşlandığı ihtimalinden yana artmaya başlamıştı.

İş yoğunluğumun fazla olduğu bir dönemdi ve bu yoğunluk 10 gün kadar sonra azalacaktı. Ve ben bu son 10 günü kendi haline bırakmayı ama sonrasında bu arkadaşımızı karşıma alıp konuşmayı, bu yaşananların güzel olduğunu ama artık bir isminin de olması gerektiğini söylemeyi düşünüyordum.

Ya bu kararı verdiğim gündü ya da ertesi…

Bir arkadaşım, birkaç gündür azapla yaşadığını ve bana bir şey anlatmak istediğini söyledi. Yürüdük bir süre ve o, flörtüm-sümün birkaç gün önce kendisine yakın bir zaman önce ondan hoşlanmış olduğunu söylediğini anlattı.

Hani başınızdan aşağı kaynar sular dökülür ya da elektrik çarpar ve ilk şokla ne olduğunu anlamazsınız ya…

Ben gereksiz küçük burjuva gururum yüzünden o şok halini bile ilk anda yaşayamadım ve kadın arkadaşıma “zaten bu çocuktan bir cacık olmayacağını bildiğimi” söyledim ve onu teskin etmeye çalıştım.

Evet, henüz bu çocuktan bir cacık olmama ihtimalinin yüksek olduğunu biliyor, onu tanıdıkça zaaflı yanlarını görüyordum. Ama içimdeki his; karşılıklı bir çabayla, emekle onun değişebileceğini söylüyordu. İçimdeki o his, bir de “amaaan kızım, sanki herkes sütten çıkmış ak kaşık! Boşver” diyerek artizlik yapmaktan da geri durmuyordu.

Ne oldu?

Hey içimdeki ses, sana diyorum! Hu hu!

 

Faydalanmacılar ama dürüst ve cesur değiller

Naptım peki?

İlk iş flörtüm-sümle tüm özel münasebetimi kestim. Sıradan bir insan kategorisine koydum onu ve öyle muamele ettim.

Bunu böyle pat pat söylüyorum ama benim için hiç de kolay olmadı. Biraz acı çektim, azıcık gözyaşı döktüm, ara ara da kafa dinlemek için tüm insanlardan kaçtım…

Ama yine de içimde kapanmamış bir defterin rahatsızlığını, huzursuzluğunu duyuyordum.

Aylardır yaşadığım ve bir süre sonra birlikte yaşadığımız şey neydi? Bunun bir adı yok muydu onun için? Ben hayal aleminde mi yaşıyordum? Aslında o diğer kadından hoşlanıyordu da ben kendime mi yordum?

Tüm bu sorular hem inciten hem kanatan hem de kinlendiren etkiler bırakıyordu üzerimde!

Kendime, affedersiniz kızlar, salaklığıma vuruyordum her şeyi. Ben ne kadar safmışım!

Ama sonra kadınların desteği ile kendime geldim bir anda.

Ne oluyor ya?

Neden ben saf, salak oluyor muşum ki? Benim böyle düşünmeme sebep olan onlarca yaşanmışlık var. Ama biliyorum ki ben şimdi gitsem ve onun yüzüne bunları söylesem bana şu cevabı verecek: Ama sen beni yanlış anlamışsın! Sen gerçekten benim için önemli, değerli ve özel bir insansın ama ben sana karşı bir hissotmoyoromko!!!

Adım gibi eminim hem de!

Sonra ben yeni bir yıkıntıyla karşı karşıya kalacaktım. Evet, ben hayal dünyasında yaşamışım. O masum, o arkadaş canlısı adamın tavırlarını yanlış anlayacak kadar kötü niyetli ve bu yüzden onu cezalandıracak kadar da vicdansızım. Diyecektim.

Hayır, bunu kabul etmiyorum kızlar!

Ben ne hayal dünyasında yaşıyorum ne kötü niyetliyim ne de vicdansızım!

Aksine benim flörtüm-süm olacak adam başta olmak üzere toplumun kapalılığından faydalanan adamlar adı üstünde faydalanmacılar ama dürüst ve cesur değiller!

Mesele bu!

 

Kızlara notlar

Amacım ortaya bir hikaye yazıp değerli vaktinizi çalmak değil kızlar, sevgili dostlar. Ya da kendi yaşadığım, benim için anormal ama herkes açısından sıradan bir olayı süsleyerek anlatmak hiç değil. Gerçekten bir derdim var benim ve bu derdimin kaynağının bireysel bir durum olmadığını düşünüyorum.

Kaldı ki, kadınlarla yaptığımız özel muhabbetlerde benim yaşadığıma benzer acılar, hayal kırıklıkları, onur ve gurur incinmesi ve bunların sonucu olarak kendini hayatın güzel yanlarından soyutlama durumlarına o kadar sık rastladım ki…

Doğal olarak artık bu yaşadığımın “bana ait”, kişisel bir mesele olduğunu düşünemiyorum.

Bunun için de kadınların her gününün, güne uyandığı andan itibaren erkek egemenliği ile savaşarak geçirmek zorunda olduğunu hemen hepimizin yaşadığı bir deneyimimle anlatmak istedim. Bu savaş hali yüzünden en mahrem duygularımız, ilişkilerimiz, sevgilerimiz, sevgililerimiz ve hatta yatak odalarımız politik bir hal alıyor. Kişisel ya da iki kişi arasında yaşanan bir deneyimin ötesine geçiyor ister istemez.

İşte benim paylaşmak istediğim bu aslında.

Evet birini sevmek, hoşlanmak, etkilenmek… Tüm bunlar güzel duygular, en insani, en doğal hisler… Ama bunlar egemen bir cinsiyet ile ezilen bir cinsiyet arasında yaşandığından, ezen-ezilen arasındaki çelişkileri, kirleri de barındırıyor ya da en iyi ihtimalle barındırma riski taşıyor.

Mesela “flört” denilen olay; bir adamın, kadınlar üzerindeki etkisini, kadınların ona duyduğu ilgiyi kendi zaaflarını tatmin aracı ve yaşamının birçok alanında açıktan sergileyemediği erkek yanlarını üretmek için fırsat olarak değerlendirmesi şeklinde yaşanıyorsa; burada masum bir duygudan bahsedilebilir mi?

Ya da karşısındaki kadına karşı bir şey hissetme ya da onunla bir şey yaşama ihtimali üzerine adım atan (tabii ki bu duygunun ismini koymadan, kimseciklerle, en yakın dostuyla bile paylaşmadan), kur yapan ama sıkılınca da “amaaan” deyip hızla geri kaçan ya da karşısındaki kadınla ilişkisinin istediği boyuta erişmesinin yavaş hızda seyrettiğini görerek yüzünü başka bir kadına dönen adamın karşısındaki kadına ve kadının duygularına zerre değer verdiği düşünülebilir mi?

Evet kendisi işin –merhaba’sındadır ama pratikleriyle, alttan alta, kadını –kır düğünü isterim pozisyonuna getiren; sonra da bu tablonun karşısına geçip kadın aklı ve duygularını ti’ye alabilen bir zihniyetin insaniyetinden bahsedilebilir mi?

Tabii, “ama insanlar flört edemezler mi? Bu flört sonunda vazgeçemezler mi? Buna hakları yok mu?” diyebilirsiniz. Elbette insanlar flört edebilirler, elbette bu sürecin sonunda karşısındakini daha yakından tanıyıp daha uzun soluklu bir ilişki yaşayamayacaklarını düşünerek vazgeçebilir ve tabii ki tüm bunlara hakları var.

Ama neden ve nasıl böyle süreçlerin sonunda kadınlar üzerlerinden bir tır geçmiş gibi hasarlı ve onuru-gururu incinmiş çıkarken; erkekler (reddedilenler olması durumunda bile) meseleyi kısa sürede kapatarak yollarına devam edebiliyorlar!? Bunun üzerine lütfen düşünün!

Bunun sebebini, kadınların hayal ve duygu dünyalarında yaşamasına bağlayacak kadar vicdansız olmayın allahaşkına! Aksine kadınlar erkeklerden daha pratikçidir ve pragmatik düşünürler, siz de bilirsiniz ki…

Bu durum üzerine düşünmeye, tartışmaya devam edeceğim. Söylediklerime katılır ya da katılmazsınız. Ama ortada çok açık bir durum var: Toplumun bu konudaki kapalı yapısı erkeklerin işine yarıyor. Kadınların duygularına değer vermiyor ve kendi duygularının tatmini onlara yetiyor. Ve bu durum en masum duygulara bile erkek egemenliğinin kirinin bulaştığını gösteriyor. Bu düşüncem, bu toplumsal yapı kadından (ezilenden) yana değişmedikçe değişmeyecek.

Tüm bunlarla birlikte elbette kendi deneyimimin özgün yanları üzerine düşünecek ve kendimle hesaplaşmamı sürdüreceğim. Bunun beni güçlendireceğini düşünüyorum. Bu deneyim, şimdiye kadar beni öldürmediğine göre…

Sonuç olarak yazımı sevgili Murathan Mungan’ın şiiriyle sonlandırmak istiyorum:

Aşk kapıyı çaldığında hemen açma.

Bazıları, çocuklar gibi zile basıp kaçıyor.

Üfff, bu adam da her şeyi romantikleştiriyor arkadaş… Yok anam yok, olayın kendisi aynen Mungan’ın dediği gibi yaşanıyor ama adamlar, çocuklar gibi saf bir eğlencenin peşindeki masumlukta değiller. Bu adamlardan ancak kör, topal, yaşlı ve bastonla zor ayakta duran bir nineyi karşıdan karşıya geçireceğini söyleyerek kandıran ve onu yolun orta yerinde bastonunu da elinden alarak kaçan çocuklara benzetebiliriz.

Toplum biz kadınları kör, topal bırakmaya çalışmasına rağmen eksik-gedik kadın bilincimizi yükseltme, kendimize güveni inşa etme ve bunları zor-bela kendimize bir baston yapma çabamızı; kendi benmerkezci, erkeklik pratikleri uğruna yerle bir etmeye çalışana başka ne denebilir!

Neyse kafanızı daha fazla şişirmeyeyim madem, ben kaçar… Görüşmek dileğiyle…

 

Dertli bir YDK’lı

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu