Karantina koşullarına geçmemizin öncelinde bilmeksizin büyük kapanışı yapmıştık Taksim’de. Binlercemiz Taksim’in 8 Mart’ta yasak kılınmasına karşı, Taksim’den Karaköy’e bütün sokaklara akarken kalabalıklığımızın verdiği coşkuyu iliklerimize kadar hissetmiştik. Baharın başlangıcı güzel oldu diye geçirmiştim aklımdan. Bundan sonrası çorap söküğü gibi gelir…
Aradan bir hafta geçmedi ki dünyanın pek çok ülkesinde görülen korona virüs salgınının buralara da geldiği resmi makamlarca açıklandı. Ve hepimizin yaşadığı ve yaşamaya devam ettiği karantina koşullarına büyük bir hızla geçiş yaptık.
Aramıza giren zorunlu fiziksel mesafe, kısa bir süre önce binlercemizin bir araya geldiği gün ile büyük bir tezatlık oluşturuyordu. 8 Mart’ı geride bırakalı henüz kısa bir süre geçmesine karşın mevcut koşullardaki değişim, sanki o günü çok uzak bir tarihte yaşamışız hissini bırakıyordu. Bir öncesindeki omuz omuzalığımız, birbirine karışan seslerimiz “Hayat eve sığar”, “Evde kal” çağrıları ile bir anda geçmişe karışıverdi.
Fiziksel mesafeyi dijital ortamda yaptığımız görüşmelerle kapamaya çalışsak da omuz omuzalığımızı özlemediğimizi kim iddia edebilir?
Karantinaya mola!
“Umutsuzluğa kapıldığında bu kalabalığı hatırla” yazılı döviz, 2 ayı aşkın süren karantina günlerini umutla doldurmaya çalışmamın temel mottosunu oluşturuyordu. Geçen sürede erkek egemen sistemin yıllarca mücadelesini verdiğimiz herşeyi tekrar yaşamımızda normalleştirme girişimleri boyutlanırken ve tüm kazanımlarımıza birer birer el konulmak için mevcut şartlardan ziyadesiyle faydalanılmaya çalışılırken her uyandığım sabah, sokaklarda, meydanlarda bir araya gelemememizin yarattığı bir çaresizlik hissi odama doluşuyordu.
Bu çaresizlik hissine karşı dijital ortamda saldırılara sessiz kalmamak için elimizden geleni yapıyorduk. Önümüzdeki günleri güçlenerek karşılamak bu yaptıklarımızın esaslı sebeplerindendi. Umutsuzluğa kapıldığımız her an o kalabalığı hatırlayarak önümüzdeki günleri daha da kalabalık bir şekilde karşılayabilmek için attığımız bu adımlar bu defa umutsuzluğu, çaresizliği yenmenin temelini oluşturuyordu.
Böyle böyle 20 Mayıs’a kadar günler geçti. 8 Mart’ın ardından ilk defa sokakları fethetmeye karar vermiştik. Heyecanlıydım.
Aradan geçen aylar dayanışmamızın en net hissedildiği eylem alanlarına olan özlemimi hat safhaya vardırmıştı. Renkli kartonlara taleplerimizi yazarken akşamı iple çekiyordum. Nasıl olacaktı acaba, kalabalık olacak mıydık, sözümüzü en yüksek sesle haykırıp evlere sığmayan hayatlarımızı dışarı çıkarabilecek miydik tekrar?
Özlemimiz birbirimizden aldığımız güçten besleniyor
20 Mayıs günü yeni infaz yasası ile cinsel istismarın yasalaştırılmak istenmesine karşı Kadıköy- Eminönü İskelesi’ne “Kadınlar Birlikte Güçlü” olarak yaptığımız çağrı, sadece İstanbul ile sınırlı değildi… Bir çok ilde aynı gün eylemler oldu ve yüzlerce kadın uzun bir aradan sonra sokakla, kadınlarla buluştu.
Eylem alanına ilk gidenlerdendim. Az olan sayımızın geçen dakikalarla nasıl kalabalıklaştığına an an şahit oldum. Fiziksel mesafemizi korumak için hazırladığımız mor kurdelelerimiz ve dövizlerimiz yeterli gelmeyecek kadar çoktuk. Kalabalıklaştığımız her an birlikteliğimizin verdiği gücü hissediyordum ve bu hissin yarattığı coşku ile özlemin bir tek bana özgü olmadığını alandaki her kadının gözlerinden okuyordum. Yeniden bir aradaydık işte.
Bu eylem sadece cinsel istismarın yasalaştırılmasına karşı değil, pandemi bahanesiyle yaşamımızda olağanlaştırılmaya çalışılan şiddete, ölüme ve emeğimizin görünmez kılınmasına karşıydı bizim için. Susmayacağımızın, alanları hiçbir koşulda terk etmeyeceğimizin teminatını veriyordu bu eylem.
Eylem sonlandığında alandan ayrılışımızın zor olması birbirimizi ne kadar özlediğimizin bir yansımasıydı. Bu özlem, birlikteliğimizden aldığımız güçle ilişkili kesinlikle. Patriarkanın yaşamlarımızı kuşatma saldırılarının boyutlandığı bugünlerde bu gücü en somut haliyle hissetmeye olan ihtiyacımızla…
Umutsuzluğa kapıldığımız her an…
Eylemin üzerinden henüz birkaç gün geçmedi ki yeni bir saldırı dalgası birlikteliğimizden olan korkunun ne denli büyük olduğunu bir kez daha gösterdi. Amed’de bulunan Rosa Kadın Derneği’ne polis baskını gerçekleştirildi ve TJA aktivistleri gözaltına alındı. Hayatımızın eve sığmadığını, evlerin korona virüs salgınından daha fazla tehlike teşkil ettiğini haykırdığımız bu süreçte, bu tehlikeye karşı mücadele edenlerin gözaltı ve baskınlarla karşılaşması patriarkanın saldırı ağının bir parçası kuşkusuz.
Yaşamlarımızı umutsuzluğa, çaresizliğe, şiddete ve ölüme boğmak isteyenlerin bir saldırısı…
Sistematik olarak gerçekleştirdiği şiddet ve ölümlerle tahakküm ilişkisini sağlamlaştırmaya çalışan patriarkanın erkek-devlet aracılığıyla saldırılarını en üst raddeye çıkardığı içerisinden geçtiğimiz günlerde Rosa Kadın Derneği ve TJA aktivistlerine dönük saldırı da bunun bir parçası…
8 Mart ve 20 Mayıs eylemleri ise bu saldırıların boşunalığını ortaya koyuyor. Bizleri kadınlar olarak birbirimize bağlayan güçlü bağ kadın bilincinden besleniyor, ki bu bağın her saldırıda kadın mücadelesi ve dayanışması sayesinde güçlendiğini söylemek bilineni ifade etmekten başka bir şey değil.
Tekrarlamam gerekirse; umutsuzluğa kapıldığımız her anımızda kadın kitleleri aklımızda, yanımızda, mücadelemizin tam orta yerinde.