(Gever’den) “Allah bunu onların yanında bırakmasın!”
27 Haziran’da, Yayın Buluşmamızın ardından yaptığımız koordinasyon toplantısında karar verdik: Devletin yaktığı, yıktığı, terör estirdiği, halkın yaşam alanlarına adeta kurulduğu ilçelerde başlayan yeniden inşa süreçlerine katılacaktık.
Son bir yılda halka karşı savaş açan devletin T. Kürdistanı’nda yarattığı yıkıma karşı direnişi, özellikle de kadın direnişini gündemde tutmaya çalışmıştık. Bir yandan kadın, feminist ve LGBTİ kurumlarının bu konuda ön açıcı çalışmalarına katılıyor bir yandan da bu süreçte özgün eylemler yapmaya çalışıyorduk. İstanbul-Mecidiyeköy’de “Katledilen kadınlar onurumuzdur” diyerek metrobüs yolunu kesildiği eylemden bu eylem nedeniyle kadınlar hakkında açılan dava süreçlerine, 25 Kasım’dan 8 Mart’a takvimsel gündemlere hazırlanırken ana temamızı bu konu ekseninde oluşturmaya, Barış İçin Kadın Girişimi, Kadın Platformları ekseninde düzenlenen eylemlere dahil olmaya kadar bir dizi çalışma içerisinde yer almıştık.
Ancak…
Yaşanan katliamın, ödenen bedellerin, direnişin boyutuna karşın bu tepkimizin, tepkilerimizin çok sınırlı kaldığını biliyorduk. Bahar aylarının “yoğunluğunu” kendimize zaman zaman kalkan yaptığımızı da söylemeliyim…
Hele bir de bu patriarkayı kendine kalkan ederek üzerimize kusulan faşizme karşın kendisini ilerici atfeden kesimler arasındaki şoven yaklaşımların da bu tepkilerimizin sınırlı kalmasında payı olduğu açıktır. Parantez açarak belirteyim ki bahsettiğim şovenizm ne yazık ki kendi dışımızda yer alan bir olgu değil…
En can yakanı da bu…
Belki de abartıyorumdur, bilemem. Belki de “işin doğasında” bu vardır. Erdoğan’ın “fıtrat”ından bahsetmiyorum, aman ha yanlış anlaşılmasın, çelişkinin evrenselliğinden bahsediyorum. “… her şeyin gelişme sürecinde baştan sona kadar bir karşıtlar hareketinin var olduğu”nun “çelişkinin evrensel ve mutlak olduğunun” bir örneği belki de bu…
Ama yine de kabullenmek zor.
Hele de Kürdistan coğrafyasına ayak basıp, devletin “pasaport ve vize” uygulamalarına maruz kalınca, yüzlerce insanı katlettikten sonra yıktıkları ilçeleri ellerinde silahları, her köşe başını tutmuş panzer, akrep ve ural tipi araçlarıyla işgal ettiklerini gördükçe bunu kabullenmek giderek zorlaşıyor.
Dayanışma bitmedi, daha yeni başlıyor
Gever…
Belki de Colemerg’in en yeşil bölgesi. Bazen sis ardında gözüken ama yüceden yüce olan dağların ortasında kalan şirin bir ilçe. Sokaklarını arşınlayınca bir anda karşınıza yıkılmış ya da yakılmış bir ev çıkarak burada yaşananlara dair bilgimizin buraya gelmeden önceki tüm sınırlarını zorluyor.
Şehrin bazı bölgelerinden inşaat sesleri geliyor, insanlar evlerini tamir ediyor. İpek Yolu üzeri, çarşıdaki merkez cadde yine devletin kolluk güçleri tarafından işgal edilse de insanlar yaşamını yeniden kurmaya, her gün işine, dershanesine gidip gelmeye devam ediyor.
Diğer yandan DBP’li belediye ile HDP, HDK, KJA, Rojava Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği ile Barış İçin Kadın Girişimi’nin çağrısıyla bir araya gelen gönüllüler dayanışma çalışmalarını sürdürüyor.
Bu dayanışma çalışmaları bugünden itibaren yeni bir evreye geçiyor.
Artık yıkılan, ciddi oranda hasar gören, yarım kalmış inşaatların tamamlanması için bir süreç başlıyor. Artık şehrin fiziksel inşasına geçiliyor. Bu yüzden de bu konuda insan gücüne, dayanışmaya ve buraya akmaya hala ciddi ihtiyaç var.
O yüzden Yeni Demokrat Kadınlar olarak yaz süreci boyunca başlattığımız yönelim önemli ve hemen herkesin bu konuda yapabileceği bir şeyler olduğunu göstermesi açısından değerli.
Ben, sen, o…
Direniş karşısındaki çaresizlik: Yıkım!
Buraya geldiğimizden bu yana zaman zaman bilgi işlem bölümünde zaman zaman dağıtımda çalışıyoruz ama sık sık mahallelere gitme çabasındayız. Gördüğümüz manzara pek iç açıcı değil, tahmin ettiğimiz üzere…
Ama mesele devlet tarafından gerçekleştirilen bu yıkımın esasının direniş karşısındaki çaresizliğin yansıması olduğunu bilmek…
Hepimizi ayakta tutan ve yeniden, yerinden ayağa kalkmanın coşkusu buradan geliyor.
“Burası benim evimdi…”
Bu kısacık sürede gördüğümüz manzara içinde kadınlarla sohbet etmeye çalışıyoruz. Sohbet için nereden başlayacağımızı pek bilemesek de hepimizin tek gündemi bu yıkım ve talan olduğundan söz hep burada dolanıp duruyor.
Kadınlar gün boyu evlerindeki yıkılmış duvarları, cam-çerçeveyi, talan edilmiş eşyalarını toparlamaya çalışıyor. Bazen öylesine hüzün ve bir an çaresizlik çöküyor ki omuzlarına, oturup ev denilen yıkıntıların önüne, “ne olacak” düşüncesiyle boğuşuyor.
Kaç kadınla tam bu haldeyken söyleştik bilemiyoruz ama bir yıkıntının üzerinde “Burası benim evimdi, ne anlatayım daha” diyen kadınla, çocuklarını geçindirmek için yıkıntılar arasından demir ve işe yarar birkaç eşya toplayıp satan kadın da, çatısı dursa da katları ve duvarları yıkılmış harabenin önünde iç geçiren kadın da aynı şeyi söylüyor:
“Allah bunu onların yanında bırakmasın!”
Onların yanına bunu bırakmayacağımıza dair inançla ve dayanışmayla…
Gever’den bir YDK’lı