Hareket etmeyenler zincirlerinin de farkına varamazlar, eksiklerinin de…
Bizler açısından isyan ve direniş kokularını yaya yaya gelen bahar, devlette korku yaratmış durumdadır. Bu yüzden de “bahar korkusu”nun sardığı erkek egemen devlet, kadınlar üzerinde tahakküm kurmanın bir yöntemi olarak 8 Mart’ta alanlara çıkmayı yasakladı. Ancak hiçbir alan kadınlara kapatılamazdı ve kadınlar da bunu kanıtlarcasına sadece yasaklanan alanları değil, o semtin tüm sokaklarını 8 Mart alanlarına çevirdiler. Yeşil Yol direnişçisi Havva kadının dediği gibi “devlet kimdir” dediler ve verdikleri direnişle erkek egemenliğinin tüm yanıtlarını boşa çıkardılar.
Bizim açımızdan sürece bakıldığında ise karşımızda kesintisiz ve ısrarlı bir çalışmanın varlığından söz etmeliyiz. Kurumsallaşmanın ataerki ve tüm taşıyıcı mevzilerinde yarattığı çatırdamanın seslerini duyarcasına bir çalışmanın ürünü oldu bizim için bu 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü… Aslında geçtiğimiz yaz gerçekleştirdiğimiz kadın kampının ardından başlayan bir sürecin yansımasıydı. Kampın ardından aralıksız, takvimsel gündemlere sığmayan, güncele müdahil olan, hızlı refleks veren, örgütlenme çalışmalarını derinleştiren bir kadın çalışmasının varlığıydı 8 Mart’ta açığa çıkan… Bu vesileyle son 7-8 aylık sürecimize kısaca göz atmamız bizler açısından faydalı olacaktır.
7 aylık süreçte 2 koordinasyon toplantısı gerçekleştiren ve 3.’sünü 26-27 Mart’ta, bir günü LGBTİ gündemli olacak şekilde düzenleyecek olan kadın çalışmasının bu istikrarı, örgüt olma yolundaki adımları bizi hem geliştiriyor hem de harekete geçtikçe eksiklerimizi açığa çıkarıyor ve bununla beraber sorunları nasıl çözeceğimiz konusunda önümüzü açıyor. Birlikte, kolektif şekilde tartışmanın verdiği zengin tartışma ortamı, beraber karar almanın sağladığı güç ve enerji, alanlarımızdaki çalışmalarımızın tetikleyicisi oluyor.
Bu süreçte emek düşmanlığı, ayrımcılık, şiddet ile örülü yaşamlarımız için verdiğimiz mücadelenin yanı sıra T. Kürdistanı’nda abluka ve katliamlar, ülkenin dört bir yanında politik ve örgütlü kadınlara dönük katliamlar genel gündemimiz oldu. 25 Kasım’dan 8 Mart’a genel olarak bu gündemli bir politika yürütsek de, yalnızca takvimsel dönemlere sıkışmayan bir hat izledik. “Katledilen kadınlar onurumuzdur” diyerek 2 gün süren sokak etkinlikleri, açıklamalar, yol kesme eylemi, bir yıl boyunca kadınlara dönük katliamların çetelesini açıklama gibi eylemler gerçekleştirdik. Ses çıkarma eylemlerine katıldık, ses çıkarma eylemleri örgütledik.
Kadın örgütleri ile ortak platformlarda yer alarak birlikte Cizre ve Sur’a merkezi çağrı yaptık, burada direnişi ören kadınlarla isyanımızı birleştirdik. Seve-Fatma-Pakize katledildiğinde cenazelerimizi omuzlamak için yine Cizre’nin yolunu tuttuk. Örgütlülüğümüz ve dolayısıyla gücümüz-enerjimiz oranında direnişin bir parçası olduk.
8 Mart sürecinde de devletin mücadele eden, sokağı adres gösteren devrimci, demokrat ve muhalif tüm güçleri, bir bütün halkı sindirmek, yıldırmak, başını kaldıramayacak hale getirmek, T. Kürdistanı’ndaki katliamın üzerine örtmeye çalıştığı örtüyü kaldıracak cesareti bulamamasını sağlamak için geliştirdiği saldırı politikalarına ve bunun üzerimizde yarattığı tüm etkilere rağmen bundan sıyrılmanın yollarını aradık. Diğer yandan 8 Mart’ı yaratan kadının “emekçi”liğini yok sayanlarla; “uğruna mücadele edilecek değerdeki” kadını “fabrikaya sıkıştıran” ve kadın hareketini “sınıf hareketinin müttefiki” görenlere karşı da mücadele vermek zorunda kaldığımız, bu mücadelenin daha da görünür olduğu bir 8 Mart süreci geçirdik. 8 Mart afiş, bildiri dağıtma, stant çalışmaları, toplantı ve kahvaltılarla kadınları biraraya getirme, ev ziyaretleri düzenleme, kampüslerde hazırlıklar yapma gibi çalışmalarla geçti. Bu çalışmalar sırasında çok şey öğrendik, çalışma tarzımızdaki eksikliklere ilişkin çeşitli tespitlerde bulunduk. Bunları tamamlamak için bir dahaki koordinasyon toplantımızı bekleyerek, kadınların sürece dair değerlendirmelerini ortaklaştırmalıyız.
Rosa Lüksemburg’un dediği gibi “Hareket etmeyenler, zincirlerinin farkına varamazlar”. Biz Rosa’ya Maria von Ebner-Eschenbach’tan bir alıntıyla ek yapalım: “Özgürlüğün en büyük düşmanı mutlu kölelerdir!” Kadınlar hareket ediyor, durmuyor, susmuyor, sinmiyor… Hem de ne erkek egemen devletin ne onun kurumlarının ne ataerkinin bağrında kadına yaşamı zindan eden toplumun ne de toplumun kurumsallaşan alanlarının karşısında!