GüncelMakale

İFŞA ÜZERİNE | Kadın öfkesi büyürken, bir bedel olarak ifşa ne ki?!

Yoksa, beyler, özel mülkiyete dayalı sömürü düzenlerinden daha köklü erkek egemenliğinden hakkımız olanı söküp alırken, buna engel olanlara, bu egemenlikten pay alanlara gül uzatmamızı mı, onlardan eşitlik rica etmemizi mi bekliyorlardı!? Dünyada ve ülkemizdeki kadın hareketlerine ve kadın kitlelerinin öfkesine bakıldığında daha büyük kaoslar ve daha ciddi bedeller kapıda! İfşa ve linç ne ki?

Kadın bedeni, emeği ve kimliği üzerindeki erkek tahakkümün çeşitli yöntemlerinden biri olarak taciz, kadınlar açısından gündelik ve bir o kadar da yaşamsal etkilere neden oluyor. Bugünlerde #MeToo hareketinin ülkemizdeki yansıması olan edebiyat alanında yaşanan taciz ve mobbingin teşhir edildiği #UykularınızKaçsın hareketinin ardından bu konu sıklıkla tartışılmaya başlandı. Bu konu üzerine çokça yazıldı, çizildi ve tartışıldı ama hala tartışmaya, polemik yürütmeye ve çözümleri konuşmaya çokça ihtiyacımız var. Öne çıktığını düşündüğümüz kimi başlıklarla ilgili tartışmaları açmak istediğimiz bu yazımız, bu ihtiyacımızın bir ürünü olarak kolektif kimi tartışmalarımızdan oluşuyor.

İlk tartışma başlığı olarak kadın ve LGBTİ+’lara dönük dillendirilen tacizin flört, teklif ve iltifat ile karıştırılması suçlamasını ele almak istiyoruz. Elbette böyle bir “karıştırma hali” mevcut ama bu hal, aslında kadın ve LGBTİ+’ların yarattığı bir karışıklıktan ziyade egemen cinsiyet olarak erkeklere ait bir durum. Yalnız “karıştırma” masum bir sözcük, çünkü binlerce yıllık egemen ve iktidar olma halini sürdüren, toplumsal yönetim biçimleri tarafından geliştirilen erkeklik, kuşkusuz kadını tahakküm altına alma çabasının hangi veçheler ve yol-yöntemle ortaya çıktığını bilemeyecek ya da bunu “karıştıracak” denli masum değil. Dolayısıyla cinsiyetler arası eşitliği kabul etmeyen, egemen olma halinden ödün vermeyen erkekliğin kendi çıkarları doğrultusunda flört, teklif, iltifat ve taciz’i birbirinin içine yedirerek hayata geçirmesi oldukça sıradan bir olgudur ve de bunları birbirinden ayırt etmeye dönük bir çaba içerisinde değildir. Kaldı ki ortaya çıkan ifşalar ya da kadınların taciz olarak tanımladıkları ve paylaştıkları birçok şey, bu konuda belirsizliğe mahal vermeyecek kadar tacizlerin çok açık yaşandığını gösteriyor.

Bu iddia; tacize kesin ve net bir tanım koymaktan imtina ederek tacize maruz kalan kesimler üzerinden tanımlama çabamızın, erk-eklik ve kurumları tarafından bir türlü sindirilememesiyle de ilişkili… Oysa bizim bu çabamızın da binlerce yıllık bir dayanağı var. Dolayısıyla “kadınların her şeyi birbirine karıştırdığı” ve bu yüzden de “mağdur olduklarını” ifade edenler açısından erkeklik kibrinden ve egemenliğinden feragat edildiği müddetçe kadınların bu deneyimlerinden öğrenebileceği çok şey vardır.

… cinsel tacizi kesin bir şekilde tanımlama ihtiyacı yeni bir risk de üretiyor: tacizi erkek üstünlüğüne karşı verilen daha geniş politik mücadeleden koparma riski. Böyle bir koparma, elbette, tam da, bizim yarattığımız basınç yüzünden cinsel tacizle uğraşmak zorunda kalan hükümetlerin ve diğer kurumların ulaşmaya çalışacakları hedeftir. Kontrolü bizim ellerimizden alarak meseleyi son derece dar biçimde tanımlanmış kimi davranışlara izin vermeyen bürokratikleştirilmiş, mekanik bir usuller kümesine dönüştürmek isteyeceklerdir. Bu tür bir yasalcılık, mağdurların büyük bir çoğunluğuna yaşadıkları tecrübenin cinsel taciz diye nitelendirilemeyeceğini ve hoşgörü göstermeleri gereken davranışlar olduğunu söyleyecektir. Dolayısıyla kadın hareketi açısından yasal olmayan ve bürokratik olmayan mücadele araçlarına, kendimizin kontrol edebileceğimiz araçlara olan bağlılığımızı sürdürmek yaşamsal önemdedir.” (Linda Gordon, Cinsel Tacizin Politikası)

İfşa; erk-ek dünyaya gedik açmak…

Devam edersek; ifşa hareketiyle kadınlar ve LGBTİ+’lar kendi aralarında ciddi bir dayanışma ağı örerken, bu süreçte kimi sorular da açığa çıktı. İfşanın kadın hareketi açısından politik bir araç olup olmadığı, bu aracı kullanırken ne gibi sonuçlara yol açabileceği ve nasıl yol-yöntemlerle ifşanın daha sağlıklı bir araç haline getirebileceği, “Kadın beyanı esastır” ilkesi ile ilişkisi… gibi konular kadın hareketi açısından geliştirici tartışma başlıkları olarak öne çıkıyor. Kuşkusuz kadın hareketi, çok geniş bir erk-ek manipülasyonu ve saldırısı altında toza-dumana büründürülmek, böylelikle de altı boşaltılmak istenen “ifşa tartışmaları” içerisinden bunları ayıkladı. İfşalar sonucu tacizci erkeklerin ödemek zorunda kaldıkları bedeli “linç” olarak adlandıran korku dolu çığlıklardan ifşanın orta sınıf kadınlara ait “abartılı” bir araç olduğuna dair kadın hareketinde ayrışma yaratmayı hedefleyen söylemlere, ifşanın başa bela olmasının aslında taa “Kadın beyanı esastır” ilkesiyle ilgisi olduğu için en başta bu ilkenin değiştirilmesi gerektiğini iddia eden intikamcı ve fırsatçı yaklaşımlara dek ciddi bir kaos içerisinden çıktı bu sorular.

Eşitlenme ve adalet, bittabi bunlar için verilen örgütlü mücadele bizler için vazgeçilmez olduğu kadar; bu mücadelenin bastırılması, her fırsatta ve çeşitli şekillerde bu mücadelenin altının boşaltılması, çarpıtılması ve toplumsal projeksiyonun esasa değil tali kimi yanlara odaklandırılması da erkek egemen toplum ve devlet yapısının vazgeçilmezidir. Tartışmaları gözden geçirirken bu gerçeklikten bağımsız ele alamayız. Dolayısıyla tacizcinin ödemek zorunda kaldığı kısmi (altını çiziyoruz, çünkü hiçbir tacizci bu dönemde yaptıklarının bedelini tam olarak ödemedi!) bedelleri “linç” olarak adlandırmak gibi kimi yaklaşımları bu tartışma başlıklarına dahil etmiyoruz. Çünkü bu yaklaşımla bilinçli bir şekilde kadınlara “tamam protesto hakkınızı kullanın ama tacizciler için ceza talep etmeyin” denmektedir.

Bu tartışmaları bir kenara bırakırsak ilk olarak ifşa, kadın hareketi açısından politik bir araç mıdır sorusuna cevap vermek gerekir. İfşa sadece kadın hareketi değil, ezilen sınıflar, kimlikler, inançlar… açısından politik bir araç ve aynı zamanda haktır. İfşanın, tüm ezilen kesimler açısından bir politik araç olarak kullanılabilinirken “tek tek erkekleri hedef alıyor” mandalitesiyle kadınlar açısından politik bir araç olmaktan çıkarılması kabul edilemez.

Ancak kadın hareketi açısından ifşanın politik bir araç olamayacağına dair itirazları ikiye ayırmak gerekiyor. İlki yukarıda da belirttiğimiz gibi, ifşanın “bataklık-sinek” metaforundaki sineklerle uğraşma anlamına geldiği yönlü eleştiri. Bu eleştiriye ayrıca “kadın-erkek arasında düşmanlık yaratma” mevzusunu da ekleyebiliriz. Eğer taciz dediğimiz cinsel tahakküm saldırganlığı, erkekler tarafından ve de hem toplum hem devlet hem de sermaye işbirliğinde gerçekleştiriliyorsa, gerektiği yerde erkeğin teşhir edilmesinin ne zararı olabilir ki? Kaldı ki, kadın hareketi çok açık bir şekilde tacizin yaygınlığında ve cezasız bırakılması ile ilgili her çalışmasında hedefe patriarkal sistemi koymasına karşın böylesi bir “endişe” neden açığa çıkar? Ya amaç kadın hareketinin patriarkal sistemi hedefleyen mücadelesini görmezden gelerek (ki kadının her alandaki emeğinin çabucak gözden çıkarılması ve yok sayılması ile aynı mantaliteden doğuyor bu durum) manipülasyon yaratmak, kadın hareketinin ifşa aracının altını boşaltmaktır. Ya da tacizi “normal” gördüğünden buna karşı mücadeleyi anlamsız görmekten kaynaklanmaktadır.

Diğer yandan ifşa ile “erkeklerin tek tek hedef gösterilmesi”nin “kadınlarla erkekler arasında düşmanlık yaratacağı” yönlü “endişeler” ise (ki bu aynı zamanda heteroseksist bir endişedir) yersizdir! Çünkü kadın ve LGBTİ+’lar ile erkekler arasında hali hazırda bir “düşmanlık”, bir “ayrımcılık”, bir “parçalanmışlık” zaten mevcuttur. Ancak bu düşmanlık, kadın ve LGBTİ+’ların taciz ve mobbinge karşı ifşa silahını kullanmasından kaynaklanan bir düşmanlık değil; kadının köleleştirilmesinin ardından erkeğin yerleşik hayatın üretim araçlarına el koyması ile kurulmaya başlanan patriarkal düzenin yarattığı bir düşmanlıktır. Öncelikle bunun kabul edilmesi ve bu düşmanlığın, ayrımcılığın, nefretin, homofobinin, heteroseksist yaklaşımların ortadan kaldırılması için uğraşılmalıdır. Aksi halde “bataklık kurumayacak”, bu düşünce sahipleri “bataklık içinde sinek kovalamaya” ve hatta bizzat kendileri “bataklığın sinekleri olmaya” devam edeceklerdir.

Bu konuda şunu da ekleyelim; ifşa ile tek tek erkeklerin hedef alınması, başarıya ulaştığı durumda birçok tacizci ve potansiyel tacizci açısından da uyarı niteliği taşıyacağından kısmi kazanımlara yol açmaktadır. Kadın, LGBTİ+, çocuk ve engellilerin görmezden gelindiği, yaşadıklarının dikkate alınmadığı erkek dünyasında açılabilecek bir gediktir, bu yüzden de yaşamsal önemdedir. Ha bir de #UykularınızKaçsın akımıyla açığa çıkan sinerjiden beslendiğimiz kadar bu harekette eksik kalan yanlarımızı da tartışacağız elbette. Ancak bu tartışmada ilk adım, “erkekler adına yaratılması ihtimal haksızlıklarla kadın hareketinin haklılığına gölge düşürmek” gibi yaklaşımlardan ziyade; örneğin ifşaları yaparken paylaşılan kimi ayrıntılarla kadınların tetiklenen travmalarını, bunun yarattığı çöküntüyü nasıl engelleyebileceğimizi ve ifşayı hangi sınırlar çerçevesinden oluşturmanın daha sağlıklı sonuçlara yol açacağını tartışmak daha anlamlı. Bu sadece bir örnek, mesele “sağlıklı tartışma yapma ihtiyacının” da hangi kesimlerin çıkarını gözeterek yapmamız gerektiğini anlamak.

İfşa kadın işçi ve emekçiler için politik araç değil mi?

İfşanın kadın hareketi bakımından politik bir araç kabul edilmemesi konusunda ikinci bir yaklaşım ise bu yöntemin kadın işçi ve emekçiler açısından kullanışlı olmadığı iddiası üzerinden şekilleniyor. İfşanın kullanıldığı takdirde etkisinin sadece “belirli çevrelerde somut sonuçlara yol açabildiği” ve ifşa ile ardından gelen dayanışmanın sağladığı güçlenmenin de “birbirine benzeyen ve benzer yaşam koşullarına sahip kadınlar (“orta sınıf”tan kadınlardan bahsediliyor) üzerinde açığa çıkan bir etki olduğu” gibi belirlemelerle başlayan bu yaklaşım, “bu benzer yaşam koşullarına” ve “dayanışma ağlarına” sahip olmayan kadın işçi ve emekçiler açısından ifşanın politik bir araç olmadığını iddia ediyor. Bu tartışmaya geçmeden hemen önce ifşanın neden politik bir araç olduğuna dair bir-iki ekleme yapalım:

Toplumsal olarak dezavantajlı tüm kesimler, beyaz-erkek-zengin ya da üstün sınıf-ırk-cinsiyet tarafından yöneltilen tahakküm yöntemleri karşısında kendini savunacak ve de bu tahakkümü ortadan kaldıracak politik araç ve silahlar üretir. Taciz, cinsel tahakküm kibrinden beslenen ve bunu gerçekleştiren avantajlı kesime (ki ismini de koyalım, çünkü tamamına yakını erkeklerden oluşmaktadır bu kesimin) bunun kendi hakkı olduğunu düşündüren bedensel bütünlüğe dönük bir saldırıdır. Bu saldırı kadınlar açısından bedensel, psikolojik ve toplumsal yaralara yol açar. Kimisi bu saldırıyı kendisinden başka kimseyle paylaşmazken kimileri de daha sınırlı bir çevreyle paylaşarak saldırgana karşı bir koruma mekanizması oluşturur. Ama istisnasız olarak kadınlar, tüm yaygınlığına ve gündelik bir saldırı haline gelmiş olmasına karşın yaşadıkları taciz ve mobbingin devlet (ve kurumları), sermaye ve toplum açısından önemsenmeyeceğini, yok sayılacağını, üzerinin örtüleceğini, kendisinin suçlu ilan edileceğini bilir. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesi veren kadın hareketi açısından bu durumu tersine çevirecek çeşitli ilkeler belirlemek ve politik araçlar belirlemek bir ihtiyaç olarak kendisini dayatır. “Kadın beyanı esastır” ilkesini buradan doğmuştur, ki devamında gelen ifşa da bu araçlardan biridir ve asla yeni değildir.

Tacizi açık etmenin, tacizcinin isminin orta yerde dillendirmenin kadınlar açısından pek avantajlı olmadığı eril toplumsal alanlarda ifşa, cesur bir harekettir ve var olan durumu kabullenmemenin sonucudur. Kadın hareketi bunu yıllardır yapıyordu, her seferinde homurdanmalar oluyor ve alttan alta tacizcilerin toplumsal konumlarının yeniden inşası yapılıyorduysa da, ifşa bu denli hedefe konulan bir araç olmamıştı. Ne zaman ki son iki haftadır bunu özellikle sosyal medya üzerinden çok geniş kadın kesimlerine ulaşması ve ifşaların çığ gibi büyümesi gibi bir durum ortaya çıktı, homurdanmalar çığlığa dönüştü ve tacizcilerin “linç edildiği” iddiaları ayyuka çıktı. Tacizin bu denli yaygın ve gündelik olma haline karşın kadınların senelerce suskun kalma ya da sınırlı çevreyle paylaşma zorunluluğunun korkunçluğu üzerinde durulmadan çığlık çığlığa “masumiyet karinesi”, “yalan beyan”, “linç”, “iftira”nın tartışılmasının var olan düzenin devamlılığını istemek anlamına geldiği açıktır. Bu yaklaşım aynı zamanda kadınları, beyanlarını ispat etmek için tek yolun; tacizci-tecavüzcü ya da katil erkeklerden yana olduğunu ve onları cezasızlıkla ödüllendirdiğini defalarca ispat etmiş yargıdan “noter onaylı” karar almaya yönlendirmektir.

Binlerce örneğin yanı sıra YDK olarak yaşadığımız iki deneyime burada yer vermek faydalı olabilir. İlki yanında çalışan stajyer avukat arkadaşımıza tacizde bulunan Av. Sedat Yurtdaş, ikincisi gözaltındaki kadın arkadaşlarımızı avukat kimliği ile ziyaret eden Av. Onur Kale ile ilgili süreç. İlkinde geniş bir ifşa-teşhir kampanyası yürüterek Yurtdaş’ın yaptıklarının bedeli ödetilmeye çalışılmış ve önemli bir başarı sayılabilecek şekilde bu “itibarlı” avukat, siyasi olarak belli kesimlerce dışlanmış, haftalık yazı yazdığı Radikal gazetesinde yazılarına son verilmiş iken, yasal süreç de işletilmiş ancak erkek yargı eliyle Yurtdaş “aklanarak” beraat ettirilmiştir. Yani Yurtdaş’ın cezası YDK ve destek veren kadın ve LGBTİ+ kurumlarının teşhir-ifşa çalışmalarıyla verilmiştir, mahkemeler tarafından değil.

İkinci olarak Onur Kale’ye yönelik süreçte ise teşhir kampanyamızı yeterli düzeyde yürütemememiz sonucu Kale, hiçbir şey olmamış gibi yaşantısını sürdürmeye devam edip erkek yargı, tacize uğrayan kadın arkadaşlarımıza ve bu süreçte kadınların yanında yer alanlara çeşitli cezalar vermiştir. Yani ifşa-teşhir çalışması yürütülmeden, kadınların ve LGBTİ+’ların desteği olmadan tacize uğrayan kadınların mahkemelerden bekleyeceği şey, tacizci erkeğin “aklanmasından” öte, Kale örneğinde olduğu gibi üstüne “cezalandırılmak”tır. İfşa yerine “masumiyet karinesi” tartışması yürütenlerin anlaması gereken nokta budur.

İfşa-teşhir yöntemine karşı çıkışlarda, ifşa edilenin ve edenin yani tacize uğrayanın ve tacizde bulunanın “mahallesinin” de önemine dikkat çekmek isteriz. Tacize uğrayan kadın “bizim mahalleden” ise yani bizim “kız”sa, taciz eden de “yukarı-aşağı mahalleden” ise ifşa ile ilgili bu karşı çıkışları pek duymayız, hatta hiç duymayız. “Kız” da “oğlan” da “bizim mahalleden” ise tabii ki öncelikle hakkının savunulması gereken “bizim oğlan” olmakta (zaten “kız” da karşı mahallenin kızıysa “bizim oğlan”ın masumiyeti tartışma konusu dahi yapılmamaktadır). AKP ve MHP’li olduğu bilinen tacizcilerin ifşa edildiğinde “bizim mahallenin” duruşu, net bir şekilde kadının yanında yer almak olurken, sıra “bizim mahalleden” erkeklerin ifşasına geldiğinde ya da bu tür tehlikeler ufukta belirdiğinde açığa çıkan tablo ise yukarıda da bahsettiğimiz gibi çeşitli karşı çıkışlarla bunun inkarı ve kadınların erkek yargıya yönlendirilmesi oluyor.

Nedir bu? Bu açıkça erk-ek işbirliğidir. Yoksa toplumsal, devrimci, demokratik, muhalif hareketlerin sermayeyi korumakla yükümlü olan devlete alternatif ilke ve tutumlar oluşturmasına güvenen ve bunları benimseyen örgütlü/örgütsüz kesimlerin bile kadın hareketinin deneyimlerinden açığa çıkardığı bu araçları yok saymasını ve salt devletin kurumlarınca doğrulananlara inanmasını/inanmak istemesini nasıl açıklayabiliriz ki? Dolayısıyla devletin baştan sona bir erk-eklik kurumu olduğu, buradan beslendiği ve dolayısıyla kadını tahakküm altına alan her türlü saldırıyı sahipleneceği açıkken; “Kadın beyanı esastır” ve ifşa gibi araçları kadın hareketinin elinde tutması desteklenmesi gereken olgudur ve yaşamsal önemdedir.

Peki durum böyleyken; ifşa neden salt “orta sınıf”tan kadınların kullanabileceği bir yöntem olsun ki? Kaldı ki, sosyal medya üzerinden yaygınlaşan bu hareketin “orta sınıf”tan kadınlar tarafından yürütüldüğü iddiasının altı boştur. Sosyal medya ne zamandan beri ve nasıl bunun ölçüsü haline gelmiştir? Ya da kadın işçi ve emekçilerin sosyal medya kullanımı mı zayıftır? Bir alanda yoğunlaşması bu sorulara cevap olmamaktadır. Taciz ve mobbingin kadın işçi ve emekçilerin yaşamında da aynı şekilde, hatta bazen çok daha çeşitli ve baskın yaşandığı bilinmekte iken ifşanın kuşkusuz tek politik araç olduğu söylenemez elbette. Ancak bu tüm kesimler açısından geçerlidir. Dayanışma ağlarının eksikliği, ifşanın araç olmasının önünde engel olarak görülemez. Eğer kadın işçi ve emekçiler arasında taciz ve mobbinge karşı mücadelenin görünür ve daha örgütlü bir hale getirmesini hedefliyorsak; kullanmayı beceremediğimiz ya da gerekli önemi vermediğimiz araçları yok saymak pek bilimsel bir yaklaşım değildir. Bunun yerine güç verecek bu tür ağların güçlendirilmesine, kadın işçi ve emekçilerin içerisinde yer aldığı ve halihazırda var olan ağların, örgütlerin, kurumların bu açıdan eğitilmesini sağlamaya dönük tartışmalar daha anlamlı olur.

Taciz ve ifşa, aslında bir sonuç…

Diğer bir meselemize gelirken “bataklık-sinek” metaforuna yeniden başvurma ihtiyacı duyuyoruz. İfşa ile tacizcilerin tek tek teşhir edilmesinin “sinek avlamak” olduğunu kabul edersek, “bataklık” neresi olmaktadır? Bir bütün özel mülkiyete dayalı sömürü düzeninin kendisini bataklık olarak kabul edersek, bize önerilen yine “devrimden sonrasını beklemek” midir? Peki kimdir bu devrimi gerçekleştirecek güçler? Ne kadar toplumsal cinsiyet eşitliği bilinci ile donanmış durumdadır ve patriarka karşısında ne derece uyanıktır? Bu soruların cevabına baktığımızda ciddi handikaplarla boğuşmak zorunda kalacağımız kesindir. Kuşkusuz “bataklığın kurutulması” gerekmektedir, ancak bahsettiğimiz özelliklere sahip olmayan bir toplumsal dönüşümün “bataklığı kurutmayacağı” açık değil midir? O halde ne yapılmalıdır? Kadının kurtuluş ve özgürlük mücadelesinin “bataklık kurutma” mücadelesinin ayrılmaz bir parçası olduğu olgusundan ilerleyerek kadın hareketinin bu konudaki deneyimlerinden öğrenmek, uygulamak, yeniden öğrenmek, yeniden uygulamak…tan başka şansımız yoktur.

Peki kadın hareketi olarak bu konuda ne yapmalıyız?

Taciz ve bunun ifşası aslında birer sonuç. Dolayısıyla bu sonuçlarla karşı karşıya geldiğimizde hiçbir politik araç ve ilkeyi yok saymamak ve şartlara uygun hale getirmek bizim esnekliğimize bağlı bir durum. Ancak bunun yanı sıra taciz ve mobbing başta olmak üzere cinsel tahakkümü açığa çıkaran alanları tespit etmeye ve buraları dönüştürmeye de yönelmeliyiz. Fabrikalar ve atölyelerden kampus ve okullara, işyerlerinden evlere, politik mücadele alanlarımıza dek… Hem bulunduğumuz karma alanlardaki politikalara önderlik ederek hem de genel olarak toplumsal mücadele alanlarına esin kaynağı olarak…

İşyerlerinde cinsel saldırılara, mobbinge fırsat sunan çalışma şartlarının değiştirilmesi-dönüştürülmesi ile ilgili yapılması gerekenlerin emek örgütlerinin temel gündemlerine alınması, detaylandırılması, taleplerin ve eğitimlerin bu yönünün güçlendirilmesi… Öğrenci gençlik hareketinin toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda kendisini geliştirmesi, bu hareketin kampus ve okulların genç kadınlar ve çocuklar için cinsel tahakkümden arınmış alanlar haline getirilmesini önüne hedef olarak koyup bunun mücadelesini verip araçlarını yaratması… #UykularınızKaçıracağız hareketini doğuran edebiyat alanının dönüşümü için yalnızca bu alanda açığa çıkan tacizlere karşı ifşa eden kadınlarla dayanışma ile sınırlı kalmayıp kadınların açığa çıkardığı ve “erkek duayenler” tarafından sümenaltı edilmeye çalışılan edebiyatı daha geniş kesimlere ulaşması için çalışmaların yapılması… Kuşkusuz tüm bunlar, kadın hareketinin temel gündemleri değildir, ancak buralardaki esas dönüştürücü gücün kadın hareketinden güç alan kadın özneler olabileceği açıktır.

Son olarak hiçbir politik araç ve yöntem bir bütün tüm kesimlere ulaşmaz ve herkes için, her an için kullanışlı olmayabilir. Ancak bu durum, o politik aracın “bir politik araç olmadığı” sonucuna götürmez. Bu vesileyle bir kez daha altını çizmek gerekirse, ifşa, bizler açısından politik bir araçtır. (Ayrıca son iki hafta içerisinde yapılan tartışmalara baktığımızda yer yer bu politik aracın turnusol kağıdına da dönüştüğünü, pul pul dökülen erk-eklikleri izlememize vesile olduğunu da belirtelim.) Daha çok tartışacağız, daha çok geliştireceğiz ama hiçbir dönüşüm kaos içinde kalmadan, acı çekmeden, bedel ödemeden gerçekleşmedi. Yoksa, beyler, özel mülkiyete dayalı sömürü düzenlerinden daha köklü erkek egemenliğinden hakkımız olanı söküp alırken, buna engel olanlara, bu egemenlikten pay alanlara gül uzatmamızı mı, onlardan eşitlik rica etmemizi mi bekliyorlardı!? Dünyada ve ülkemizdeki kadın hareketlerine ve kadın kitlelerinin öfkesine bakıldığında daha büyük kaoslar ve daha ciddi bedeller kapıda! İfşa ve linç ne ki?

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu