İkiyüzlü ahlak anlayışının dayanılmaz hafifliği
Ülkenin hali herkesin malumu; savaş, katliam, işsizlik, yoksulluk sarmalı içerisinde ilerliyor. Bir yanda TC’nin ezelden gelen Kürt düşmanlığının yansıması olarak devreye sokulan Efrîn’i işgal girişimi ve bunun ülkenin politik gündemine, sosyal yaşama ve ekonomiye yansımaları diğer yanda ise siyasi iktidarın yönetememe krizinin ritmik bir yansıması olan işsizlik/yoksulluk ve bunun ezilen milyonların yaşamlarına etkileri.
Birçok vesile ile altını çizdiğimiz OHAL’in mevcut tabloya yansımaları ise her geçen gün derinleşmektedir. Her gün artarak devam eden iş cinayetleri, işsizlik/yoksulluktan son verilen genç yaşamların hikâyeleri, en küçük hak arama mücadelesinin bile devletin polis gücünün şiddetli saldırısı ile bastırılması, grev yapmak isteyen işçilerin taleplerinin “Mehmetçiğimiz cephede vatan savunmasındayken ne grevi” edebiyatı ile sönümlendirilmeye çalışılması, KHK ile işten çıkarılanların çetelesinin tutulamaz boyuta gelmesi… OHAL’in daha onlarcasını sıralayabileceğimiz günlük yaşama olumsuz etki gibi görünen ancak esasta ezilen milyonların geleceğini temelden etkileyen içeriği her geçen gün yeni bir boyut kazanmaktadır.
Elbette kriz ortamının kadınlara yansımaları ayrı bir düzlemde ilerlemektedir. AKP iktidarının 14 yılı aşkın yönetme biçimi bu düzlemi geliştirmiştir. AKP iktidarının siyaset anlayışı her kriz ortamını kadınlara dönük bir saldırı için fırsata dönüştürme örnekleri ile doludur. OHAL süreci de bunun en somut kanıtıdır.
Kadına yönelik şiddetin, tacizin, tecavüzün, çocuk istismarı örneklerinin arttığı, kadın ve çocuklara karşı suç işleyenlerin cezasızlıkla ödüllendirildiği ve bu cezasızlık halinin çeşitli KHK ve yasalarla güvence altına alındığı bir dönemden geçiyoruz. AKP’nin ikiyüzlü siyaset anlayışının bir yansıması olarak kadın katilleri, tacizciler, tecavüzcüler, çocuk istismarcıları büyük bir pervasızlıkla sokakta dolaşarak yeni suçlar işlerken; bütün bunlara çok duyarlı imajı çizen AKP Mecliste kurulan göstermelik komisyonlarla incelemeler yaptığını, “çok amaçlı” Aile Bakanlığı ile olaylara el attığını propaganda ederken; çıkardıkları KHK’larla, yapılan yasal düzenlemelerle kadın ve çocuklara karşı işlenen suçlarda cezasızlığın önünü açan yeni adımlar atıyor. Kadın ve çocukları taciz/tecavüzcüler, istismarcılar karşısında koruma görünümü altında bunu yapmaktalar.
Geçtiğimiz aylarda Kanuni Sultan Süleyman Hastanesi’nde “hamile çocuklar” adı altına açığa çıkan çocuk istismarı ve üstünün örtülmeye çalışılması ciddi bir tepki toplamıştı. Bu tepkinin bir sunucu olarak meselenin üstü örtülememiş ve gündemde önemli bir yer kaplamıştı. Çocuk istismarı örneklerinin peş peşe açığa çıktığı bir süreçte; cinsel istismarı kapsayan suçlar için anayasa değişikliği yapılmasına ilişkin soruya, “Şu anda mevcut yasalar içinde idam cezası yok. Bir değişiklik yapılabilmesi için ana muhalefetin de destek vermesi gerekir. İdamla ilgili konu özellikle terör suçlarıyla ilgili de bizim açımızdan büyük önem arz ediyor. Bu konu zerinde çalışıp gerek terör gerek buna benzer konular, bunlar bir anayasal düzenleme ile gündeme gelebilir. Hatta bu kapsamın dışında zina konusunun da yeniden ele alınmasının çok isabetli olacağının düşüncesindeyim. Bu toplumun manevi değerler noktasında farklı bir konumu var. Biz Avrupa Birliği sürecinde, bu bir özeleştiridir, bu konuda bir yanlışımız oldu. Zina ile ilgili düzenlemeyi de yapmak suretiyle tacizler vs belki de kapsam içinde değerlendirmemiz lazım” diyerek yanıt veren Erdoğan aslında mevcut iktidarın söz konusu kadın ve çocuklara dönük işlenen suçlar olduğunda ne kadar ikiyüzlü ve fırsatçı bir siyaset izlediğinin, bu meseleyi ülke siyasetine kendini dayatmanın bir aracı olarak kullandığının kanıtıdır.
Erdoğan’ın söylemlerinden de anlaşılacağı üzere dert ne çocuk istismarının önlenmesi ne de taciz/tecavüzcülerin cezalandırılmasıdır. Söz konusu çocuk istismarının önlenmesi ya da taciz/tecavüzcüler olduğunda da esas olan devletin bekasıdır. Bu yüzden de ilk hedef “terör/teröristlerdir”. Yani Erdoğan’ın istismar görünümlü söylemlerinin alt metninde başka mesajlar verilmektedir.
Bu mesajlardan ilki dertlerinin taciz/tecavüzcüleri istismarcıları cezalandırmak olmadığıdır. “İdamla ilgili konunun özellikle terör suçlarından önem arz etmesi” bundandır. Eğer toplum açısından genel kabul görmüş suçlunun cezalandırılması söz konusu ise bu ceza öncelikli olarak, fırsat bulmuşken, en başta “teröristleri” kapsamalıdır.
Konuşmanın alt metninde bir de kadınlara mesaj verilmektedir. Bu mesaj kadınların yaşamlarını, özgürlüklerini kısıtlayan açık bir mesajdır. Bu da zina meselesi ile ilgili söylenenlerin alt metnine iliştirilmiştir. “Zina ile ilgili düzenlemeyi de yapmak suretiyle tacizler vs belki de kapsam içinde değerlendirmemiz lazım” derken zina diye tanımladıkları ile tacizi aynılaştırmıştır. 2004 yılında “biz iktidardayken bir daha gündeme gelmez” dediği zina meselesi tacizle aynılaştırılarak bir kez daha gündeme geldi.
23 Haziran 1988’de AYM kararıyla suç kapsamından çıkarılan “zina” 2004 yılında yeniden gündeme gelmişti. AKP ve CHP’nin uzlaşma sağladığı metin üzerine görüşülürken AKP “zina”nın tekrar suç sayılması için girişimde bulunmuştu. Tepkiler üzerine “”zina” yerine bir yıl ceza öngören “cinsel sadakatsizlik suçu” formülünü gündeme getiren AKP uzlaşma sağlanamayınca bu girişiminden de vazgeçmişti. Yine fırsat bulmuşken gündeme getirmemek onlar açısından olmazsa olmazdı. Hem de bunu tacizle aynılaştırarak, hem kadınların özgürlüklerini kısıtlayacak hem de tacizlerin önünü açarak yapmayı planladıkları konuşmanın alt metninden anlaşılmaktadır. Dertleri kadınların isteği ile olan ilişkilerin önünü kesmek.
Söz konusu cezalandırma olsa yargıya taşınan binlerce örnek cezasız kalmazdı. Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü’nün verdiği bilgiye göre 2016’daki adli tıp raporlarına göre; 40 bin 264 cinsel istismar örneği yargıya taşındı ve bunların 13 binine ceza verilmiş, 27 bini ise serbest bırakılmış. Kendisine tecavüz etmeye yeltenmiş babayla kız çocuğunu aynı eve hapsederek, müftülere nikâh kıyma yetkisi vererek, “baba kız çocuğundan tahrik olabilir”, “6 yaşında kız çocuğuyla evlenilebilir” diyerek kimyasal hadımı yaptırım sayarak iktidar niyetini açık biçimde ortaya koymaktadır aslında. Çocuk istismarını artıran AKP’nin gerici söylem ve politikalarıdır. Fırsattan istifade çocuk istismarı ve tacizi “zina” ile özdeşleştirerek yapılan açıklama, hedeflerinin çocuk istismarını önlemek değil, gerici yaşam tarzını topluma dayatmak olduğunu açıklamaya yetmektedir.
Çocuğun cinsel istismarının önlenmesi hadım gibi cezalarla değil istismara zemin hazırlayan toplumsal zemini değiştirmekle, cinsiyet eşitsizliğini ortadan kaldırmanın adımı olacak kapsamlı politikalarla mümkün olabilir. Sonuç olarak çocuklar ikiyüzlü bir ahlak anlayışının, eşitsiz bir aile düzeninin ve onları baştan sessiz kılmak isteyen bir kamu politikasının hedefindeler. Ne aile ne devlet ne de toplum çocukları istismardan koruyacak bir düzeyde değil. Açığa çıkan her örneğe münferit muamelesi yaparak, suçlular için idam isteyerek bu ikiyüzlülük ortadan kaldırılamaz.