Kefensiz gidenlere…
Êlîh (Batman) Çayı, gürül gürül kaynıyordu. Kimbilir belki de bağıra çağıra ağlıyordu da, kulaklarına kadar erkeklik dolmuş, feodalizmin çukuruna batmış olanlar onu duymuyorlardı. En son dayanamadı ve içindeki sancıyı kıyıya vurdu.
Henüz 15 yaşında bir kız çocuğuydu bu… Bakmayın siz onun 15 yaşında olduğuna! Yaşadıkları bir dünya acıydı. Êlîh Çayı’nı deli eden de buydu.
Kaldıramadı ve saklayamadı onu, onun bir dünya acısını.
Adı Hasret Daşlı. Henüz 13 yaşında zorla evlendirilen bir çocuk o. 1 yıl dayanabildi ve sonra geri döndü “baba evine”!
Orada, evliliğinde neler yaşadığını o cansız bedeninden artık bir cevap alamayacağımız için bilemiyoruz. Yaşadığı cinsel şiddetten, istismardan, fiziksel ve psikolojik şiddetten ayrı ayrı bahsetmeye gerek yok. “Anlaşamadı ve ayrıldı” ya da “Şiddetli geçimsizlik nedeniyle dayanamadı ve ailesinin yanına döndü” demek yeterli olacak herhalde.
Çocukların evlendirilmesine göz yuman, bunu bir toplumsal gerçeklik olarak kabullenenleri çok üzmeyelim!
Üzmeyelim üzmesine ama Hasretlerin yaşadıkları?
Hasret, artık “dul bir kadındı”.
Geri döndüğü ailesinin yanında da bir cehennem hayatı yaşıyordu. Ailenin erkekleri, onu bir kambur olarak görüyor, eza çektiriyorlardı. “Dul” olduğu için ona “farklı” bakanlar da vardı. Onu potansiyel “tecavüz edilebilir kadın” olarak görüyorlardı. Keza kısa bir süre sonra 2 kuzeni tarafından tecavüze uğrayan Hasret, hamile kaldı.
Tecavüzün açığa çıkmasının ardından evin “büyükleri” kara kara düşünmeye başlamış, mecliste “suçlu” Hasret ilan edilmiş ve katledilmesine karar verilmişti. Sen hem kalk “kocandan” ayrıl hem kuzenlerinin tecavüzüne uğra hem de hamile kal!
Tüm bunlar affedilebilir mi!
Affetmediler! O koca koca “büyükler”, Hasret’i affetmediler!
Boğup, Êlîh Çayı’na attılar.
Hasret’in cansız bedeni, 17 Aralık günü çayın kenarında bulundu. O resim, Hasret’in sahip olduğu -her ne kadar kendisi artık hayatta değilken olsa da- tek resimdi. Çocukluğun ve kadınlığın; erkek egemenliğinin karşısındakinin değersizliğinin resmi aynı zamanda.
10 gün hastanenin morgunda bekletildi Hasret.
Çünkü cenazesine sahip çıkması beklenenler, zaten onu katledenlerdi. 5 gün daha bekletilseydi, kimsesizler mezarlığına gömülecekti. Bu cinayet kamuoyuna yansıyınca, ölüm kararını veren amcalarından biri zar zor gelip, aldı cenazeyi. Amed’e götürdü. Ama sadece götürdü.
Hasret’in cenazesine ailesinden kimse katılmadı. Aralarında SELİS’in de bulunduğu kadın kurumları gömdü Hasret’i…
Gömülürken yaşadığı onca acıya son bir ek yapılmak istenir gibi “ceset torbası” ile gömüldü Hasret. Beyaz bir kefen çok görüldü. Ve gömüldü.
Erkek egemeneliğinin mesajı
Bu cinayetin ardından “Hasret’i sahiplenen” ve “Güldünyalar, Haticeler (Hasret’ten bahsediyor aslında) olmasın diye çalışıyoruz. Kanunlarımızı da buna göre düzenliyoruz” diyen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in her söylediğine ve her yaptığına muhalefet etmiş gibi olacağız, “kusura bakmasın” ama yine Şahin’in bu açıklamalarının samimi olmadığını söylememiz gerekiyor.
Amed’de Hasret’in cenazesinin bu bakanlık tarafından sahiplenildiği iddia ediliyor, ki doğrudur. Ama aynı zamanda Hasret’i kefensiz gömenler de onlardır. Bu bir unutkanlık ya da “cenaze zaten günlerdir bekliyor, hemen gömelim” acelesi değil. Tam da erkek egemen sistemin, “kirletilmiş bir kadın” ilan ettiği Hasret ve Hasret gibi kadın ve çocukların bu “beyaz kefeni” dahi hak etmediğinin mesajı bu.
Bir taraftan timsah gözyaşları döküp bir taraftan da Hasret’i kefensiz gömerek aba altından sopa gösterenlerin mesajı alınmıştır. Güldünyalar, Hasretler sizin erkek egemen sınırlarınızda değil, kadının özgürlük mücadelesinde koruyabileceklerdir kendilerini sizden.
(Bir YDK’lı)