Kendine güven ve “kurtarıcı sendromu”
“Bir işe başlarken, o işi ‘acaba yapabilir miyim?’ çelişkisini yaşamadan yapabilmek”, “Uzun süren mücadele yaşamımızda kazandıklarımızla güvenilir olmak”, “Düşüncelerimi, davranışlarımı, yapmak istediklerimi karşımdakine kendimi kasmadan, germeden ifade etmek”, “Gücün yansıması, kişinin kendisiyle barışık olması, ayakları üzerinde durabilme”, “Bir toplantıda sessizliği ilk bozan olmak”, “Cesaret ve inanç”, “Kendi hayatına dair kendi sözünü söyleme gücü ve bu gücü yaratma isteği”…
Bunlar, YDK’lı kadınların bir araya gelerek “oynadıkları” bir “oyun”da ifade ettikleri kendine güvenin tanımları. Bir yerlerde okunmuş, üzerinde çalışma yapılmış ifadeler değil, aksine tamamen kendi yaşamlarından (ya da yaşamlarında olmayandan ama arzu duyduklarından) yola çıkılarak yapılan tanımlamalar, yani o kadar önemli ve gerçek!
Kendine güven meselesi, sadece kadına dair bir olgu değil kuşkusuz, hele bizim gibi feodalizmin ağır etkisinin sürdürdüğü ülke insanının gerçekliğinde kadın ya da erkek fark etmeksizin tüm toplumu kuşatan öğretilmiş bir duygu da diyebiliriz! Ancak kadını yine burada da ayırmak zorundayız; çünkü “sürüne sürüne olunan” ve de gurur duyulması öğretilen erkeklik, özellikle de kendini kadın üzerinden gerçekleştirerek kendine yabancılaşma (yani insandışılaşma) pahasına bu duyguyu bastırmayı (ve tersi biçimlerde yansıtmayı) öğrenmiştir.
Biz kadınlar açısından ise dolaysız bir şekilde olma-olmama sorunu olarak karşımıza çıkar. Kendine güvensizliğin temellerinden olan beğenilmemek kaygısı, dışlanma korkusu, yetersizlik düşüncesi, kendimizi başkalarının (çoğunlukla da erkeğin) gözünden ve başkalarının kriterleriyle değerlendirme “saplantısı” öyle derindir ki, bu “sonuçlardan” kaçmak, “riskli” durumlardan, başarısızlık olasılığından uzak kalmak için aslında yaşamdan-kendimizden uzak düşeriz. Yani “bir işe başlarken, yapabilir miyim acaba?” çelişkisini yaşayıp çoğunlukla da hiç başlamamayı “seçeriz”. Bu tam da kişisel değerimizi “başarı”yla ölçmeye dayanan bir tanımlamadır. Bu tanımlamanın altında yatan en önemli sakatlık ise kendi değerimiz için kendi kriterlerimizi oluşturmak yerine; kurulu, öğretilmiş normları-kriterleri kullanmaktır, ki böylece başkasının onayına bağımlı hale geliriz.
Bu, ilk görüşte zannedilebileceği gibi, bireyin toplum içinde yaşadığını, onun bir parçası olduğunu, toplumsallaştığı oranda kendisini gerçekleştirebileceği gerçeğini dıştalamayı gerektirmez. Çünkü burada hangi toplumsal normlardan bahsettiğimiz önem kazanır. Kadını ezen, baskı altında tutan, kendine güvensizleştiren, hiçleştiren bir toplumsal kültürden bahsediyorsak, evet tam da dıştalamamız gereken budur.
Yine burada bahsettiğimiz mesele, kendimize güvenerek “acaba” diye sormadan başladığımız bir işte ille de başarılı olacağımız değildir. Başarısızlık, baştan her şeyi planlayarak, kendimizden emin olarak ve üzerinde çalışarak pratiğe girdiğimizde de olasılık dahilindedir. Asıl mesele başarısızlık karşısındaki tavrımızdadır. Yani başarısızlığı kendimize tek ölçüt alarak, onun karşısında “bir işe yaramama”, “beceriksizlik” vb. tanımlamalarla kendimizi edilgenliğe, çekingenliğe mahkum ediyorsak, pasif kalmayı seçiyorsak, “bir daha da böyle bir şeyi kimse bana yaptıramaz” diyorsak gerçekte edilgenliğimize, güvensizliğimize “mazeret” bulmuş olmaktan başka bir şey yapmıyoruzdur.
Oysa başarısızlık karşısında olması gereken, nedenlerini bulmak, eksiklikleri gidermek, hesaplama hatalarını göz önünde bulundurmak ve bunu da başarılarımız gibi deneyim hanemize yazmaktır. Kimse doğuştan başarıya mahkum olmamıştır. Tamam, yetiştiğimiz koşullar, içine doğduğumuz aile vs. hatta şans unsuru çok önemli olsa da, başarı kazanılması gereken bir olgudur.
Yani topluluk içinde konuşamıyorsak, yazı yazamıyorsak, bir eyleme önderlik edemiyorsak o zaman daha fazla okumak, alıştırma yapmak, eksiklerimizi gidermek, kendimizi yetiştirmek ve en önemlisi üzerine gitmek zorundayız. Hem bunlardan kendimizi uzak tutup sonra da “ben yapamam” deyip köşeye çekilmek, bir kurtarıcı beklemekle, sihirli bir değneğin başımıza dokunmasını istemekle aynı anlamdadır. Belki de biz kadınlar bu yüzden çok fazla hayal kuruyoruzdur!!!
Toparlarsak; değerimizin kıstası asla başkalarının onayı ya da başarı-başarısızlık değildir. Kendimize başkalarının değil kendi gözümüzden bakmadığımız, gördüğümüz eksiklerimizi tamamlamak için özel bir çaba içine girmediğimiz sürece o sihirli değnek bize dokunmayacak, kurtarıcı da -hiç boşuna beklemeyin- GELMEYECEK!