İki erkeğin aşkından çok daha fazlası…
Caner Alper ile Mehmet Binay’ın Ocak 2012 yapımı Zenne filmi ile ilgili Özgür Gelecek gazetesinin 26. sayısında çıkan yazıyı okuduğunda, arkadaşlarımdan birinin tepkisi şöyle olmuştu:
“Filmin belli eksiklikleri olabilir, ama ‘Zenne’yi konuşurken esas konumuz homofobi olmalıydı. Homofobinin yüzümüze nasıl çarptığı, şapkamızı önümüze koyup homofobi üzerine nasıl düşüncelere daldığımız olmalıydı, bu eksiklikler değil!”
Haklıydı. İzleyenler açısından homofobi-transfobi ile yüzleşme cesareti göstermek adına yol kat ettiren, çok çarpıcı ve nefes kesen bir filmdi Zenne. Ve Zenne üzerine yapılacak eleştiri de bu bağlamda ele alınmalıydı.
Geçenlerde Perihan Mağden’in Ali ile Ramazan’ını okurken aklıma bu konuşmamız geldi.
“Çarpık ilişkilerin” insanları…
Ali ile Ramazan… Erkek egemen kültürün en erkek iki ismi. 18 Aralık 1992’de gazetelerin 3. sayfalarına düşen ve en adi dille yazılan ölümlü bir olayın iki kahramanı onlar. “Çarpık ilişkilerin” insanları… Mağden, gerçek bir gazete haberinin acısını yıllarca içinde biriktirerek yazdı bu romanını.
Ali ile Ramazan’ın macerası daha kitabı elinize aldığınızda kapaktaki resimle başlıyor. Arka fonda sisler içinde İstanbul ve sislerin arasında Ramazan. Ramazan kitabı okuduktan sonra herkesin tanıyacağı o bilindik “en yakışıklı” duruşu olan yan profilden bir resim çektirmiş. Ama o resim, Ramazan’ın vesikalık resmi değil. Resimde yarı çıplak Ramazan’ın omzunda kocaman bir iz var. Sigara izi…
“Temiz dünyamıza bulaşmasın istediğimiz ötekiler”
Ali ile Ramazan… Mevlanakapı’da medreseden bozma yetimhanenin “yetiştirdiği” 2 yetim onlar. Birbirlerini seven, aşka düşen 2 genç. “Ramazan nerden esiyorsa, oraya savruluyor” Ali. “Sen benim hayatımdaki tek temiz şeysin Ali” diyor Ramazan. Öyle bir aşk yani! Eşcinsel aşkı yok sayan, kulak tıkayan heteroseksist normları bir tarafa atan bir aşk.
Nusayri olan Ali, babasının döve döve sakatladığı annesinin baltayla babasını öldürmesine, ardından zehir içerek can çekişmesine donup kalarak şahit olmuş bir çocuk. Geceleri “yemooo… yemooo… veynik yemooo”larla uykuları bölünen Ali, yetimhanenin bitirimi Ramazan’a deli gibi tutulur.
Ramazan bitirim, henüz bebekken Yeşilçam filmlerinde olduğu gibi bir cami avlusuna bırakılmış, daha bebekken tatlı mı tatlı bir çocuk. Kendisini zengin bir ailenin çocuğu olarak düşleyen Ramazan, bir gün bu yetimhaneden kurtulacağının hayaliyle yaşar. Bir zaman sonra o da tutulur Ali’ye. Yetimhane müdürünün “kirlettiği” yaşamındaki “tek temiz şey” olur Ali.
Kitap yalnızca eşcinsel bir aşkı ve bu aşka karşı homofobik-transfobik sistem çemberi konu edinmiyor. Aşkın yanında; unutmaya çalıştığımız, görmezden geldiğimiz, “temiz dünyalarımıza bulaşmasınlar” istediğimiz “öteki”leri anlatıyor Mağden bu romanında. Sistemin en acımasız yüzünü yaşayanı, en yoksulluğu, kimsesizliği, dışlanmışlığı, evsizliği, tineri, askerliği, polisi, yetimhaneleri anlatıyor.
Sigara izi…
Ali ile Ramazan… “Kültür yılını” geride bırakan İstanbul’un bankamatiklerinde, sinema önlerinde, sur diplerinde yokluğu, yoksulluğu; bedenini satmayı barındırdığı gerçek yüzünün “öz çocukları” onlar. Bir de “on sekizlerini doldurdukları anda, halleri ne olursa olsun kapının önüne konacakları” yetimhanenin çocukları…
Bu kitapta devleti rahatsız eden bir şeyler var. Romanı basmak isteyen Alman Suhrkamp Yayınevi’nin başvurusu, çeviri fonu ile Türk yazarları destekleyen TEDA projesi tarafından geçtiğimiz yıl reddedilmişti. TEDA projesi, Kültür Bakanlığı tarafından yürütülen bir projedir. Söz konusu yayınevinin şimdiye kadar yaptığı Perihan Mağden’in diğer kitapları dahil hiçbir başvurunun Ali ile Ramazan’a kadar reddedilmemiş olması bu rahatsızlığın kanıtı…
Devleti rahatsız eden sadece romanın “Türk aile yapısını bozan bir ilişki türünü” konu ediniyor olması değil. Kitapta “yetimhane”, “askerlik” ve “polis” ile ilgili kimi gerçekler de devletin Ali ile Ramazan’a olan öfkesini artırıyor. Kitapta “Yetimhane taş demek. Soğuk demek. Taşların soğuğu, soğuğun taşları demek. Bir de pislik demek. (…) Yerleşmiş, sabitlenmiş, gitmeyen gitmeyecek bir kirlilik demek” şeklinde tanımlanan yetimhanenin ardından “vatan borcunu ödemeye” giden Ramazan’ın isyanı, “toplumu askerlik kurumundan soğutuyor”!
“Niye askerlik yapmak zorunda olduğunu anlayamıyor da anlamıyor Ramazan! Yetimhanede büyüdüğü, devlet tarafından büyütüldüğü halde, bu vatana neden borcu olduğunu öldür Allah çıkartamıyor.”
“Her Türk asker doğar” diyen devlet bu kitaptan hoşlanmadı.
Hele de kitapta Ramazan ile polisin karşılaşma halleri, devleti iyice çıldırtıyor olmalı… Yetimhaneden çıktıktan sonra sur diplerinde diğer yetimhane çocukları ile yaşamaya başlayan Ramazan, kendilerinden “rahatsız olan aile babalarıyla dikleşince” polis gelir sur dibine. “‘Boku yedik lan!’ diyor Recep. Memlekette polis görmek, kötü haber alacaksın demek. Göreceksin gününü geceni demek. Ağzına sıçılacak, haberin olsun demek.” Ki zaten kısa bir süre sonra Ramazan bu polislerden birinden feci şekilde dayak yer ve karakola götürülür. Bu kez de üzerinde sigara söndürülür Ramazan’ın. İşte kitabın kapağında yer alan resim, Ramazan’ın işkence görmüş halinin gazetelere yansıyan resmi olur.
Bir de kitabın dili rahatsız etmiş olabilir devleti. Çünkü Mağden Ali ile Ramazan’ı küçük yetim dilini kullanarak yazdı. Yetimhane/18’inden sonra da sokak çocuğu olmak zorunda kalanların “imla”sını bilip kullanarak, iki küçük adamın bu sistem tarafından “imha”sını yazdı. Yetimlerin, çocukların lugatıyla konuştu, konuşturdu. O çocukların da devleti sevmediği ve ondan korktuğu bir gerçek olduğu için “devlet baba” bu kitaptan hoşlanmadı.
“İbne miydi yani Ali ile Ramazan? İbneliğin sonu bu mudur?”
Bir YDK’lı