Küçücük bir kadına…
“O zaman
Güneş soğudu
Ve bereket topraklardan gitti
Ve çöllerde yeşillikler kurudu
Ve balıklar denizlerde kurudu
Ve toprak
Ölüm umutsuz bir hasta için beklenen sondu, idealleri uğruna bedel ödeyenler içinse başlangıç… Nerden gelirse gelsin zamansız, nasıl gelirse gelsin hep geride kalanlar yarım… Peki ölüm bir kadının yaşamına dokununca, neye tekabül ederdi? En sevilenin dizginsiz öfkesi miydi, ölüm? Yoksa umuda yol alırken, yolunu kesen bir kurşun muydu? Bir kurtuluş muydu, hep eksik kalmış yaşamdan? Ölüm bir kadının son iradesi miydi; yoksa büsbütün yaşamın eksilttiklerinden kaçış mıydı? Sebebi ne olursa olsun, sonucu can acıtandı; hele yakınlaştıkça daha çok acıtandı…
Sahi, ölüm neydi?
***
Seni ilk tanıdığımda çok katı gelmiştin bana. Önceleri benden nefret ettiğini düşünmüştüm. Size gelip gitmeye başladıkça, seni tanıdıkça görünenin ötesinde bir içtenliğin olduğunu fark ettim. Sert mizacına inat, yaşama sevinciyle doluydu için. Dış görünüşünün kendini korumak için yarattığın bir kalkan olduğunu, o zaman hissettim.
Kural tanımazdın, çoğu şeyi alt üst ediyordu düşündüklerin. Ne yalan söyleyeyim, az çektirmedin çevrendekilere… Her günün yeni bir olaydı. Çoğu zaman delirtiyordun aileni, ama dayanamıyorlardı zor durumda olmana. Evin küçük kızı, sendin…
Kadın çalışmalarını anlamsız bulurdun çoğu zaman, ne kadar uğraşsak da katılmak istemezdin. Çalışmalarımıza bütçe oluşturmak için kolları sıvadığımızda ise, imdadımıza sen yetiştin. Yaptığımız takılar öyle çirkindi ki, estetik algın daha fazlasını yapmamıza izin vermedi. Şu yeteneksiz halimizle bile, keçeden cüzdan yapmayı öğretebildin.
Her karşılaştığımızda, çocukça bağırışların kalmış en çok aklımda. Bir anda çevremizdeki herkesin bakışları bize yönelirdi. Kıpkırmızı olurduk, ama tebessüm ederek bakardım sana. Kardeşimi anımsardım, bu tavırlarında. Ama artık çocuk olmadığını, ilk o günkü konuşmamızda sezdim. Kadın kadınaydık o gün ve o masadan kalktığımızda, elimizde olmaksızın ikimiz de incinmiştik. Fakat yine de bir ay önceki son karşılaşmamızda sessiz göz kırpışınla, ne yaşanırsa yaşansın aynı küçük kızdın benim için.
***
Ve ölümünü duyduğumda dizlerimin bağını çözen, o küçücük bedenine ölümü yakıştıramayışımdı en çok. Yaşamını kendi elinle bitirmiştin. Ölümün, yıllar önce kardeşimin intihar girişimini öğrendiğimde; eli kolu bağlı bekleyişime götürdü beni. Çaresizce ölmemesini dilediğim anki susuşuma götürdü. Baskılarıyla bu intihara zemin hazırlayan aileme, yaşarsa yaşarken öldürmemeleri için haber veremeyişime götürdü. Ve o gün, kardeşten çok bir dostu ölümün kıyısından çekip almanın can acıtıcı sevincini duyumsadım yeniden…
Yazdıklarım bir borcun ödenmesi, yarım kalan bir cümlenin tamamlanması belki… Sevdiğin insanın yanında sonlanırken yaşamın, sen de sebebi bilinmeyen bir “intihar” olarak geçtin kayıtlara.. Sevdiklerinin yüreklerinde ve zihinlerinde ise, ölümüne dair cevaplarını belki de senden başkasının bilemeyeceği sorular bıraktın. Ben dostumu almıştım ölümün elinden, ama sen ardında bir başka dostu bıraktın. Hiç tanımadığım kadınlardan daha çok can acıttın belki ama, en az onlar kadar iz bıraktın. Henüz 19 yılını tükettiğin yaşamını sonlandıran her ne olursa olsun, sıradan bir ölüm değil seninki biliyorum. Biliyorum, seni yaşamdan koparan sebepler de tıpkı diğer kadınların intiharı gibi “sıradan” değil. Bu yüzden, seni de yazdım yüreğimin hesabı sorulacaklar listesine…
Bir YDK’lı