Kürt Kadın Hareketi Deneyimine Kısa Bir Bakış 1
Yeni Demokrat Kadın: Kadın olmak her yerde zor, sadece sokakta, tanımadığımız bilmediğimiz yerlerde, karanlıkta değil… Bazen kendimizi en güvende sandığımız, en güvendiklerimizin yanında. Velhasıl kadın olmak her yerde, her saniye, her şeye karşı mücadele etmek demek biraz da. Zira bu bir var oluş mücadelesidir.
Bugün Kürt hareketine baktığımızda kadının konumunun olumlu noktaları doğrudan göze çarpmaktadır. Ancak bu, hareketin doğuşuyla birlikte bu konuma gelindiğini ifade etmemektedir kuşkusuz. Bu konuya dair Kürt kadının yürüttüğü mücadeleleri, hem toplumda hem örgüt içinde ifade eden birçok deneyim mevcut neyse ki. İşte bunlardan biri de aşağıda bölümler halinde yayımlayacağımız Sakina imzalı yazı. Yazının uzunluğu ve uzun yazıların okunması sırasında birçok ayrıntının dikkatlerden kaçma olasılığına karşı bölümlere ayırarak yayımlıyoruz yazıyı. Daha önce kısaltılarak DİPNOT dergisinde yayımlanan yazının tamamını http://kafasesleri.blogspot.com.tr/ sitesinden aldık.
(Bu bölümün sonunda Sakina’nın bu deneyim yazısının başından geçenleri aktardığı KAMUOYUNA yazdığı notu da bulabilirsiniz.)
Kürt Kadın Hareketi Deneyimine Kısa Bir Bakış -1-
Kürtlerin özgürlük mücadelesine gerek sempati duyan, gerekse de karşıt olan birçok kesim tarafından hakkında çok şey yazılmış ve çizilmiş olan PKK gerçeğinin, cinsler arası ilişkiler, cinslerin özgürleştirilmesi boyutu çokça ele alınan ve dikkat çeken bir konu olma konumunu koruyor. Ancak hakkında çok şey yazılıp çizilmiş olması durumu, kanımca bu konunun en az yazılmış, hele hele objektif olarak en az ifade edilmiş, henüz tüm boyutlarıyla anlaşılmamış önemli bir konu olma gerçeğini ne yazık ki ortadan kaldırmıyor. Bu konunun hala hakkıyla ele alınamamış olmasının elbette birçok nedeni var. Bu durum, Kürdistan’da bir türlü olağanlaşmayan koşullarla izah edilse de, bu kadar önemli(!) konu varken, cinsiyet meselesini ele almanın henüz zamanının gelmediği, yürüyen bir mücadelenin çok daha farklı boyutlarının öncelikli olarak ele alınması gerektiğine dayalı bir geri plana atma veya erteleme mantığının varlığını gözardı etmemek gerekir.
Hakkını vermek gerekir ki, sayın Öcalan mücadelenin ilk süreçlerinden itibaren cinslerin özgürleştirilmesi sorununun ertelenecek bir mesele olmadığını, bunun mücadelenin temeli olarak ele alınması gerektiğini, hatta bu yanın eksik kalmasının hiçbir kazanıma yol açmayacağı gibi, elde edilen kazanımların da bunsuz bir anlam ifade etmeyeceğini, geriye çark etmenin kaçınılmaz olacağını defalarca dile getirmiştir. Bu değerlendirmeler, PKK’yi birçok oluşumdan ayıran, özellikle de reel sosyalist bakışın olayı ele alışını aşma anlamında bir örnek haline getiren değerlendirmelerdir. Sayın Öcalan İmralı sürecinde, bu mantığını şu tespitle daha da net bir şekilde sistematize etmiştir: “Cinsin kurtuluşu, ulusun ve sınıfın kurtuluşundan daha değerlidir.” Ne yazık ki, PKK içerisinde erkek egemen yaklaşım sahipleri bu tarihi tespitleri içselleştirmedikleri için, konu hala layıkıyla değerlendirilmeyi ve tüm yanlarıyla sunulmayı bekleyen bir konu olma özelliğini sürdürüyor. Bu tespiti yaparken, Kürdistan da yaşanan olağanüstü koşulları görmezden gelme niyeti elbette ki yok. Ancak her gün devlet mekanizmalarınca katliamların yapıldığı bir ülkede yaşıyoruz diye, erkek terörünce katledilen kadınların trajedisini masaya yatırıp, çözümler aramanın bu yürütülen mücadeleyle çelişir bir yanı var mıdır? Bana kalırsa hayır. Tam tersine bu mücadelenin bir gereğidir. Ancak erkek egemen zihniyet, kadınlar olarak mücadelede önceliklerimizi belirlerken, cins olarak yaşadıklarımızı, ulus olarak yaşadıklarımız karşısında hep geri plana atmaya itmek istiyor. Yani geleneğe, devlet politikalarına, dine, toplumsal değer yargılarına, ona buna kurban kadınlığımızı, bir de Kürtlüğümüze kurban etmemiz bekleniyor. Bu nedenle, bilinçli ve örgütlü kadın duyarlılığımız zaten yaşadığımız coğrafyanın bütün sorunlarına karşı duyarlı olmamızı gerektirirken ve bizler de fazlasıyla bunun bilincindeyken, erkeğin yaptığı, yine bizim yerimize düşünmek, karar vermek, önceliklerimizi belirlemek, irademize hükmetmek oluyor. Bu noktadan bakıldığında ortada bal gibi de bir savaş var. Hem de kıran kırana bir savaş. Bu Kürt kadınlarının devletle, sistemle, egemen sınıfla savaşı değil sadece. Aynı mevzide bulunduğu, birlikte ortak amaçlar uğruna mücadele ettiği, aynı ideolojik-politik oluşum içerisinde olduğu yoldaşlarının egemen erkekliğine karşı mücadeleyi içeren bir savaş. Bu oldukça farklı savaş, silahlı boyutta değil elbette ki. Ama ideolojik, felsefi, psikolojik, sosyal daha birçok anlamda kıran kırana yürüyen ve kadınların oldukça donanımlı olmasını gerektiren bir savaş.
Girişte de belirttiğimiz gibi bu konuyu birçok kesim yazdı. Mücadele içinde zamanında çok etkili yerlerde görev almış, kendisine öncülük vasıfları yükleyen kelli felli erkek komutanlar, aşiret reisleri, konuya gerçekten ilgi duyan akademisyenler, anlatımlarını sadece örgütten ayrılmış kesimlere dayandıran yazarlar, hala mücadele içinde aktif yer alan militanlar, dostlar, düşmanlar. Pek doğaldır ki, herkes bulunduğu yerden olayı ele aldı. Bu ele alışlar içinde, gerçeğe oldukça yakın, bilimsel, düzeyli bir eleştiriselliğe dayanan yaklaşımlar olduğu kadar, eşine boyalı magazin basınının üçüncü sayfa haberlerinde rastlanabilecek türden olanları da oldu. Kimileri kahramanlık, tanrıçalık hikayeleri temelinde, kimileri cariyelik hikayeleri temelinde ele aldı bu deneyimi. Oysa bu öyle kolay tanımlanabilecek bir durum değildi. Cariyeler veya tanrıçalar denilerek işin içinden kolay sıyrılanamazdı.
Kendisini bu gerçeğin bir parçası olarak görenlerin anlatımlarında kesinlikle objektif ve gerçekleri yansıtma yaklaşımı ağır bassa da, hep bir resmi görüşü yansıtma yanı da oldu. Aslında bu deneyim içinde yer almış her kadının “bir gün yazacağım, bir gün tüm boyutlarıyla yaşadıklarımızı anlatmamızın zamanı gelecek” duygusunu yaşadığını biliyorum. Çünkü o kadınlardan biriyim. Evet hala gerçek anlamda eksileri veya artılarıyla tam anlatılamadı bu konu. Biliyorum ki bu enteresan deneyimi ifade etme konusunda bu yazı da eksik kalacak. Ancak, tarihin tüm dönemlerinin en vahşi egemenlik sistemi olan kapitalist sistemin zirvesel bir şekilde hissettirdiği ve çağımızın en temel çelişkilerinden birini oluşturan cinsler arası çelişki öyle bir boyutta yaşanıyor ki, bu meseleyi bir an bile ertelemek, farklı sorunların gölgesinde bırakmak, her gün kadınların katledilmesi, tecavüze uğraması, şiddetin envai türü ile karşılaşmasına daha çok fırsat tanıyacak. Kendisini kadın hareketi olarak ifade eden bileşenlerin tümünün bu konuyu tarihsel deneyimleri de masaya yatırarak, çok özel bir yaklaşımla ele alması, yazması, anlatması, analiz etmesi ve daha geniş kesimlere mal etmesi çok acil bir ihtiyaç olarak önümüzde duruyor.
Bu yazı da bu anlamda teorik bir anlatıdan ziyade, kadınların mücadele alanında yaşadıkları pratiklerden çıkarılan sonuçları ele almaya çalışan, bir nebze olsun yaşananlara ışık tutmayı hedefleyen bir anlatı olarak ele alınabilir. Kadın hareketi deneyiminin dağlarda yaşanan boyutlarının ele alındığı bu yazının, toplumsal ve siyasal alanda yaşanan boyutları, yine zindanlarda yaşanan deneyimleri ifade etmede yetersiz kaldığını baştan ifade etmekte fayda olduğu kanısındayım.
Egemenler, ezilenlerin tarihini her zaman kendi bakış açılarına ve zihniyetlerine göre ele almak, yazmak isterler. Ancak en doğrusu, ezilenlerin kendi irade, örgütlü güç ve düşünce sistemlerini yaratarak elde ettikleri kazanımlarıyla yazdıkları tarihtir. Hele hele konu kadınlık olduğunda, verili toplumsal kalıpların kadınlara bir şekilde dayattığı, dikte ettiği, aşıladığı her tür olgunun yeniden ele alınması şarttır. Günah, ayıp, haram, helal, olması gereken, olmaması gereken, kabullenilmesi veya reddedilmesi gereken olgular diye belletilen her şeyin kadın bilincinin süzgecinden yeniden geçirilmesi de bu gerekliliklerin başında gelir. Kadının kurtuluşu adına yola çıkılırken, bir program, teorik ve ideolojik bir çerçeve, pratikleşmeye dair eylem planlarıyla yola çıkmak gerekir. Tabi ki her şeyin başında kadının saklı tarihinin bilince çıkarılması, nereden gelindiğinin bilinmesi, kadın cinsi adına tarihsel kazanımların neler olduğunu, kaybetme halkalarının nerelerde olduğunu da derinliğine kavramak gerekir.
Bir tarihsel süreç içinde yer alan ve ona bizzat tanıklık edenlerin vicdan, adalet, objektivite, eleştirisellik ve bilimsellik içeren yaklaşımlarla bir deneyimi ele almaları en doğru tutumdur. Bir yapının veya oluşumun içindeyken radikal savunuculuk yapan, astığım astık kestiğim kestik edalarında olan, ama dışına çıkınca da tukaka edenlerin anlatımlarının bu anlamda ne yazık ki yaşadığımız deneyimde gerçekle pek bir ilişiğinin olmadığına tanık olduk. Bu nedenle ahlaki ve vicdani sorumlulukla bu deneyime hak ettiği değeri vermek, onu artısı eksisiyle layık olduğu yere oturtmak önemlidir.
PKK gerçeği içerisinde kadın çıkışı, feminizm, cins mücadelesi deneyimine de bu gerçekler ışığında baktığımızda, yaşanan bir olayı veya bir dönemi kadınlar büyük değerler vererek anlamlar yükleyerek değerlendirirken, erkeklik penceresinden bakanlar, başka bir anlamla değerlendirebiliyor. Mesela 99 yılında kadınların dağlarda kendi örgütlenmelerini özerkleştirme girişimleri ve bu süreçte yaşananlar erkekler ve onlara yakın bir zihniyet taşıyan kadınlar tarafından bir tasfiye sürecinin yansımaları olarak ele alınırken, kadınlar bu süreci sahiplenilmesi gereken bir direniş süreci olarak ele alıyorlar. Bu anlamda PKK‘de cinsler arası mücadele ile ilgili deneyimi, kadınların penceresinden ele almanın daha doğru olduğuna inanıyorum. Dağlara çıkışla başlayarak, toplumsal alana yansıyan bir sosyal devrim süreci içinde olan kadınlar, artık kendileri kendilerini yazabilecek durumdalar. Henüz tüm boyutlarıyla yazılamamış bile olsa, çok enteresan ve değerli bir deneyim olan Kürt kadın hareketi deneyimi, dünya kadın özgürlüğü mirasının en önemli kilometre taşlarından biri olmayı çoktan başarmıştır. Ancak bu durum, elbette sorunsuz bir yapı ve gerçeklik içinde olunduğunu göstermez.
Peki bu deneyimi nasıl ele almalı? Neredeyse kırk yıla varan bir mücadele sürecinde kadınlar neler yaşadı? Nasıl katıldılar? Ne tür sorunlar ve zorluklarla mücadele ettiler? Toplumsal cinsiyetçi roller dağlara nasıl yansıdı? Daha da çoğaltılabilecek bu sorulara yanıtlar aramaya çalışalım.
Tarihi, katliamlarla, talan ve işgallerle dolu, bölgenin yerleşik en eski halklarından biri olan Kürtler, yüzlerce yıldır hala bir statü elde etme mücadelesi içindeler. Kürt kadınlarının bu yüzlerce yıllık mücadelelerdeki varlığı, son otuz yıllık mücadele deneyiminden önce, daha
çok bireysel çıkışlarla ifade edilebilecek düzeydedir. Örgütlü bir kadın duruşuna toplumsal veya sosyal alanda, yine hiçbir isyanda ve ayaklanmada rastlanmaz. İsyan liderlerinin eşleri, eşlerinin yanında onurluca durarak asi bir duruş sergilerler. Ama sadece bununla sınırlı kalırlar. Kürtlerin tarihinde toplumsal kalıplara karşı mücadele eden tek tek kadın kişiliklerini sıfırlama anlayışına saplanmadan çok net belirtilebilinir ki; kadınların kendilerinin bir özgün yapılanmaya gittikleri ve örgütlülük düzeylerini en ileri götürdükleri süreç, Kürtlerin en son isyanı olan PKK hareketiyle başlar. Bu anlamda PKK Kürt halkı için olduğu gibi, kadınlar için de bir diriliş, uyanış ve iradeleşmenin temel alanı olur.
PKK daha ilk kuruluşunda bünyesinde kadın gücünün olmasını önemseyen ve bunu sosyalist bir hareket olmanın gereği olarak görerek, programına da alan bir yaklaşıma sahiptir. Ailecilik ve aşiretçi feodal yaklaşımların oldukça hakim olduğu bir toplumsal gerçekliğe sahip Kürdistan’da yapılacak olan devrimin en temel hedeflerinden birini toplumsal dönüşüm ve bunun anahtarı olan cinslerin kurtuluşu oluşturmak zorundadır. Bunsuz bir oluşum, klasik bir söylemle sınırlı kalan bir yapı, hiçbir toplumsal gelişime imza atma şansına sahip olamaz. Oluşumun bu konuda bir duyarlılığı olsa da, ilk programında veya ele alışında, “Cinslerin kurtuluşu” perspektifinden çok, genel sol geleneğin benzeri bir yaklaşımla kadınlara mücadele zeminini açık tutan, kadınları mücadeleye dahil etmeyi önemseyen bir perspektif vardır. Genel sol gelenekten çok ayrışan bir yaklaşım o dönemde belirginleşmez. Bu nedenle kadını mücadeleye katma konusunda duyarlı ve açık ama “Cinslerin Kurtuluşu” perspektifinde ve hedefinde henüz net olmayan bir yaklaşım vardır. Mücadelenin ideolojik çerçevesinin oluşması sürecinde yaşanan ağır reel sosyalist etkilerden kaynaklı klasik bir tutumla, oldukça iddialı teorik söylemler vardır. Ancak pratikleşmekten ve ete kemiğe bürünmekten henüz uzaktır, daha doğrusu henüz cinsler arası çelişkiler kendisini yakıcı bir şekilde hissettirmemektedir. Cins çelişkisinin yoğunlaşmaması, başat bir sorun olarak henüz yeteri kadar tanımlanmamış, dolayısıyla bilince çıkarılmamış ve günlük mücadelenin içinde ana bir halkaya dönüşmemiş olmasına bağlıdır. Bu konuda sorunsalı tanımlama yaklaşımının ilk süreçten günümüze doğru yaşadığı gelişimi, örgütün ideolojik eğitim müfredatlarından bile anlamak mümkündür. Nitekim ilk süreçlerde adına “Kadın ve Aile Sorunu„ denir. Erkek henüz sorunun bir tarafı değildir. Daha sonra „Kadın ve Erkek Sorunu“ denir ki bu süreçte artık daha farklı bir ele alış vardır. Demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü paradigmanın ele alındığı süreçlerden itibaren ise, konu “Toplumsal Cinsiyetçilik„ olarak ele alınır. Bu değişim bile aslında oluşumun içindeki deneyimin gelişim süreçlerine ışık tutması açısından bir örnek olarak ele alınabilir.
Esasta cinsiyetçiliği sorgulayan ve bu noktada bazı özgün adımlar atılmasını hedefleyen yaklaşımlar, 86 yılında PKK III. Kongre sürecinde sayın Öcalan tarafından yapılan çözümlemelerle gelişir. Bu süreç, örgüt içinde cins çelişkisinin ele alınmasının ve toplumsal dönüşüm sürecinin düşünsel altyapısının oluşum sürecidir. Kendi ilişkisini çözümleyen Öcalan, kadın erkek ilişkisinin sistemin bir prototipi olduğu gerçeğinden hareketle sorunun sanıldığından farklı bir derinlikte ele alınması gereken çok önemli bir sorun olduğunu dillendirir.
Bu zamana kadar, PKK içerisinde kadın yapısı nicel olarak oldukça azdır. Katılan kadınların çoğu, belli bir eğitim seviyesi, teorik bilinci olan, daha çok ulusal kurtuluş ve sosyalizmi hedefleyen kadınlardır. Bu katılımlarda cins bilinci ögesini aramak, neredeyse imkansızdır. Yirmi kişiden oluşan bir birlikte bazen tek, bazen iki-üç kadın gerilla bulunur. Bu dönemler, kadın gerillaların dağlardaki varlıklarının örgütte yer alan erkekler tarafından bile kabul görmediği, kitleler içerisinde de bu durumun rahatsızlık yarattığı dönemlerdir. İlk kadın kadrolar, bu açıdan çok büyük zorluklarla karşılaşırlar. Bu zorluklardan kastımız salt fiziksel mücadele koşulları değildir. İnanılmaz derecede güçlü bir feodal erkek egemen yaklaşımın mücadele saflarındaki yansımalarının yarattığı zorluklardır. Mesela Lamia Baksi olayı çok ilginç bir örnektir. Oldukça birikimli ve entelektüel bir kadın olarak, eleştirisel bakabilme, konuşabilme, iradesini ortaya koyabilmesinin bedelini örgüt içine yansıyan feodal komplocu anlayış karşısında hayatıyla öder. Tarihin tüm dönemeçlerinde kadınların karşı karşıya kaldığı bilinen kural işler. Farklı olmanın bir bedeli vardır. Bunu ödeyeceksin. Kendin olabilmek, kadın olarak kimliğini onurla taşımak, öyle kolay değildir.
Kadın gerillalar, feodalite karşısındaki zorlanmayı halkla ilişkilerinde de yaşarlar. Birçok köye gittiklerinde saçlarını gizlerler. Halkın onların cinsiyetini öğrenmesinin ters tepebileceği ihtimaline karşı, gecenin karanlığından yararlanarak(!), kadınlıklarını gizlerler. Erkek egemen bakış, sözde halk gerçekliğinde yaşanan dinsel, feodal, aşiret yargılarına karşı duyarlı olmak adına kadın gerillalara bazı özel uygulamalar getirir. Mesela eşarp takma zorunluluğu. Formül çok açıktır: Devrimciler, halkın geleneklerine karşı duyarlı olmak zorundadırlar. Sadece bir tespit olarak bakıldığında kulağa pek de yanlış gelmeyen bu yaklaşımın kökeninde aslında kadına feodal bakışı, başka bir şeyle perdeleme ya da eşarpla örtme anlayışı yatar. Sayın Öcalan’ın kadınlar tarafından bilgilendirilmesi sonucu yaptığı müdahalelerle son bulan eşarp takma uygulamasına kaynaklık eden meşhur “HALK GERÇEKLİĞİ” kavramı, bu tarihin çeşitli evrelerinde oldukça popüler bir kavram olarak sık sık karşımıza çıkacaktır. Farklı argümanlarla, ama hep aynı zihniyete hizmet etme temelinde.
(Devam edecek)
KAMUOYUNA
2011 yılının Ağustos ayında, Türkiye’de yayınlanan ve Kürt Özgürlük hareketine yakın bir çizgide yayın yapan DİPNOT isimli dergi, benden Kürt Kadın Özgürlük Deneyimi ile ilgili bir yazı yazmamı istedi. Ben de uzun yıllar bir parçası olduğum ve birçok sürecine tanıklık ettiğim bu deneyimle ilgili bir yazı kaleme aldım ve talepte bulunan arkadaşlara mail ile gönderdim. Ancak dikkatsizliğim sonucu arkadaşın özel adresi zannederek, üyesi olduğu bir barış grubuna kayıtlı olduğu adrese göndererek, yazım daha yayınlanmadan yüzlerce üyesi olan bir gruba göndermiş oldum. Bunu fark ettikten hemen sonra, bir tekzip yazısı yazarak, yazdığım yazının bir taslak olduğunu ve alıntı yapılmamasını ve kullanılmamasını rica ettim. Üzerinden bunca zaman geçmesine rağmen yazı hiçbir yerde yayınlanmadı ve kullanılmadı da. Ancak doğal olarak bu durum bazı çevrelerce duyuldu ve yazımın içeriği çarpıtılarak farklı yönlere çekildi. Bazı bireyler tarafından, Avrupa’nın değişik yerlerinde Kürt kitlesiyle toplantılar yapılarak, şahsım hakkında Kürdistan Özgürlük Mücadelesini karalayıcı yazılar yazarak, bunu internetten yayınladığım söylendi. Bu durum karşısında uzun bir süre sessiz kalmayı yeğledim. Ancak, attığım her adımda karşıma çıktı. Saygınlığıma gölge düşürmek amacıyla, bu çevreler düşmanca yaklaşımlar içinde olduğumu iddia eden saldırılarını durdurmadılar. Buna karşı, ben de bu süre zarfında kaleme aldığım ve herhangi bir yerde yayınlanmamış yazımı başka bir amaç gütmeden, sadece dokümantasyon amacıyla yayınlamaya karar verdim. Bunu kişilik haklarımı savunmanın bir gereği olarak kamuoyunun vicdanına ve eleştirisine açık bir şekilde yayınlamayı bir görev biliyorum.
Bir kez daha, hala direnen ve kıran kırana bir mücadelenin içerisinde olan hiç kimseye karşı saygısızlık etmediğimi, ancak onurlu bir kişi olarak yaşama mücadelemde de ne adına olursa olsun hiç kimsenin kişiliğime saygısızlık yapmasına izin vermeyeceğimi belirtiyor, aşağıdaki yazımı bilginize ve ilginize sunuyorum.
Saygılar
Sakina