Kürt Kadın Hareketi Deneyimine Kısa Bir Bakış 2
Bu süreçlerde elbette ki karşısında mücadele edilen devlet ve onun tüm güçleri de şiddetli bir saldırı içerisindedir. Özel savaş mekanizması tüm gücüyle Kürt halkının kaba namusçu ve gelenekçi yargılarına hitap eden anti-propagandalar yapmaktadır. Hepimizin okul yıllarından anımsayacağı bu anti-propagandalar, toplum içinde bir de mahalle baskısı denilen ve oldukça etkili olan yöntemlerle dağıtılır. Dağlara çıkan kadın gerillalar kastedilerek, “Falanca köyden filancanın kızını şu dağda karnı burnunda görmüşler, bir takımlık güce bir kadın cinsel hizmet sunuyormuş” gibi yalanlar, yaygınca dillendirilir, yazılır, çizilir. Kitleler içerisinde sürekli olarak kadınların dağlara, erkeklerin zevk aracı olarak kullanılmak üzere çıkartıldıkları propagandası yapılarak; özellikle toplumun, namusu kadınla özdeşleştiren zihniyetine hitap edilir. Yani özgürlük için dağlara çıkan kadınlar, topluma -erkek literatürünün meşhur deyimiyle- dağa kaldırılmış kadınlar olarak lanse edilir. Bu noktada karşımıza çok yalın bir gerçek çıkar: “Egemen güçler, çoğu kez kendilerine karşı mücadele eden devrimci güçlerden de önce, geri geleneksel bir toplumsal gerçeklikte, kadınların özgürlük mücadelesine katılımlarının sosyal devrim anlamında ne kadar önemli bir adım olduğunun -fazlasıyla- farkındadırlar. Esas amaçlanan, kadın katılımlarının önüne geçmektir. Bu halkayı zayıf bırakma amaçlı özel savaş uygulamaları, dünya devrim deneyimlerinde de karşımıza sık sık ‘Önce kadınları vurun’ sloganıyla çıkar. Egemenlik, doğası gereği bu temel halkayı daha zincirin bir parçaları olmadan parçalamayı amaçlar.”
PKK’nin silahlı mücadeleyi başlattığı ’84 yılı ardından, mücadele farklı bir aşamaya evrilir. Silahlı mücadele atılımının başlangıcıyla birlikte, hareket ovalarda da yayılmaya ve adeta ölüm uykusundaki Kürt kitlesinde bir heyecan uyandırmaya başlar. Özellikle 89-92 yılları arasında gelişen serhildanlar ve kitlesel ayaklanmalarda kadınların katılımı ve öncülüğü dikkat çeken en önemli halkalardan biridir. Kadın örgütlülüğünün yurtdışında da ilk adımları atılır. Avrupa’da siyasal alan mücadelesinde yer alan kadınlar da kendilerini ifade edebilecekleri bir örgütlenmeye giderler. Öte yandan serhildanlar ardından, artan gerilla katılımlarında kadın oranı azımsanmayacak düzeydedir. 90’lı yılların başlarında dağlarda sayıları onlarla ifade edilen kadınlar, bir çırpıda binlere ulaşmıştır. Metropollerden, üniversitelerden akın akın gençlerin dağlara aktığı, bir dalga gibi gelişen bu dönem katılımlarında da cins çelişkisi temelli bir katılım yüzeyde görünmez. Kadınların bilincinde somutlaşmış bir cins çelişkisi bu katılımlarda bir nedensellik oluşturmaz ama Kürt kadınına ilk defa klasik toplumsal rollerin dışında kendisini ifade etme, varlık gösterme olanağı doğmuştur ve objektif olarak bu kadının kendisinde tanımlı olmasa da, kadına biçilen toplumsal sınırların dışına çıkma yönelimi olarak derinlerde cins çelişkisi temelli bir argüman da barındırır. Bu nedenle cins çelişkisinin yaşam gerçeğinin içindeki varlığı, kadın katılımlarında subjektif olmasa da objektif ve çok temel bir neden olur. Bu dönemde katılan kadınların profilleri çok farklılık arz eder. Bazıları, zorla kendilerinden yaşça çok büyük adamlarla evlendirilecekleri gece kaçarak dağlarda silahlarıyla dolaşan ve içlerinde kadınların da olduğunu duydukları bu güce sığınma temelinde gelir. Bazıları aslında belli bir düzeye kadar okumuş, kariyer yapma imkanları olsa da, düzenin kendilerine bir şey vaat etmediğini hissederek gelir. Bazıları tamamen duygusal ve maceracı etkilerle yola çıkar. Belli bir bilinç edinerek gelen kadınlar da vardır. Oldukça renkli bir profile sahip bu hareket içinde artık köylü, kentli, okumuş, okumamış, her kesimden kadın bulunur. Ancak önemli bir adım olan bu büyüme, birçok sorunu da beraberinde getirir.
Özgürlük, eline erkeklerin de elinde olan silahlardan almakla, onların dağlarda giydiği askeri üniformanın aynısını giymekle gerçekleşecek kadar kolay gözükmemektedir. Geleneksel kadın ve erkek rollerinin değişik formlarda taşındığı dağlar, bu rollerden kaynaklı çok şiddetli bir çarpışma kadar, çoğu kez bir çakışmaya da sahne olur. Burası çırılçıplak bir mücadele alanıdır artık. Bu nedenle kadınların özgün bir örgütlenmeye gitmeleri kaçınılmazdır. Nicel olarak az sayıda, ağzı var dili yok, cinsiyet eksenli bilinç ve reaksiyonları gelişmemiş kadınlarla bir sorun yaşanmaz. Toplumsal ölçülerdeki gibi az konuşan, karar süreçlerine katılmayan, ağırbaşlı, sınırlarını bilen terbiyeli kızlar olunduğu sürece sorun da yaşanmayacaktır. Ancak giderek güçlenen, gelişen, düşünen, fikir beyan eden ve sayıca artan binlerce kadının artık farklı bir yaklaşımla ele alınmasının zamanıdır. Nitekim yirmi kişilik bir karma birlikte erkek tarafından yönetilen bir kadın olmak pek sorunlu gözükmezken, yirmi kişilik bir kadın birliğini bir erkeğin yönetmesi sorunlu bir durumdur.
Toplumdaki klasik işbölümünün dağlara yansıyan versiyonları vardır. Erkeklerin daha çok eylem gücü olarak üslenme alanlarının dışındaki işlerle ilgilenmeleri, kadınların da üslenme alanlarında ya da başka bir değişle geri cephe işleriyle sınırlı kaldığı bir paylaşım vardır ki, bu inanılmaz derecede klasik toplumdaki işbölümünü andırır. Ev işlerini yapan kadınla, dışarda çalışan erkek gerçeğinin dağlardaki formülasyonu söyledir: “İleri bir cephe, sağlam bir geri cepheye ihtiyaç duyar. Kadınlar kamplarda erzak depolasın, ihtiyaçları karşılasın, erkekler eylemlere ve savaşa gitsin” Yeri geldiğinde bu mantık, “Geri cephede ne yapıyorsunuz ki?” söylemiyle, “evde ne iş yapıyorsun ki, benim emeğim olmasa aç kalırsın” tarzındaki klasik erkek tutumuyla birebir örtüşür. Yani kadınlar, erkeklerin emeğiyle ayakta kalan, onların korumasında, onlarsız bir hiç olarak ele alınan savunmasız zayıf varlıklardır. Bu, içinde çok ciddi tehlikeleri barındıran bir yaklaşımdır.
Kötü olan, ilk dönemlerde buna karşı pek rahatsızlık göstermeyen kadınların da var olmasıdır. Bazı kadınlar, eski statüleriyle örgüt içinde bulundukları durumu karşılaştırdıklarında çok ileride bir yerlerde olduklarını düşünüp, var olanla yetinme anlayışına saplanırlar. Ama bu durumu kabullenmeyen ve alternatif yaklaşımlar üreten kadınlar da vardır. Hiç de kolay kolay mevzilerini terk etmeyi düşünmeyen ve en doğal hakları olan eşit koşullarda mücadele etme taleplerinden vazgeçmeyen kadınların varlığı, var olan mücadeleyi kızıştırır. Bazı kadınlar, kendilerinden gizli eylemlere gitme ve onları cephe gerisinde bırakma planları yapan erkek yoldaşlarından önce davranıp, pratik alanlara onlardan önce ulaşırlar. Bazıları gecenin karanlığından yararlanıp, gizlice eylem güçleri içerisinde yer alırlar. Bazıları erkeğin fiziksel avantajlarını kullanarak egemenlik taslama tutumuna karşı, onunla eşit yük taşıma yarışına girerler. Ne var ki, erkeklere çok fazla seçenek bırakmayan bu kadınları ele alışta erkek aklı da oldukça yaratıcı(!) sınırlarda seyretmeye devam eder. Bu girişken kadınlar olsa olsa onların cinsinden olabilirler. Yani erkek gibi kadınlardır onlar. Bu nedenle onlar ön cephelerde daha da aktif bir şekilde pratik çalışmalara alınabilir. Ancak yine de asla pratik sahalara alınmaması gereken kadınlar hala çoğunluktadır.
Kadın ve erkek varlığının dağlardaki bu egemenlik-boyuneğmecilik çarpışması ve çakışmasına karşı alınabilecek tek tedbir, kadınların özgün örgütlenmelerinin geliştirilmesidir. Bu nedenle sayın Öcalan, bulunduğu Suriye alanında Mahsum Korkmaz akademisi bünyesindeki kadrolarla ’92 yılında bir yoğunlaşma çalışması başlatır. PKK II. Konferansı hazırlık süreci çözümlemelerinde konuyla ilgili kapsamlı değerlendirmeler vardır. ’93 yılında bu tartışmalar daha da ilerletilerek, kadın ordulaşması boyutunda ele alınır. Pratiğin ortaya çıkardığı sorunlara çözüm geliştirme ihtiyacı, öncülük yaklaşımı ve kadın katılımı birbirini etkileyerek, her geçen gün nicelik ve nitelik olarak büyüme, derinleşen cins eksenli toplumsal tarihsel çözümlemeler, kadın özgürlük mücadelesinin örgütlü ve çok köklü geliştirilmesi gerektiği konusunda bir netliği de beraberinde getirir.
’93 yılı aynı zamanda örgüt içinde kadınlara karşı iki farklı alanda çok ciddi bir tasfiyenin dayatıldığı bir yıldır. Bunlardan biri Amed sahasında yaşanır. Zamanın eyalet komutanı; “yarısı kadın, yarısı erkek bir ordu, yarı asker bir ordudur. Kadınlar, narin çiçeklerdir, ancak koklanmak içindirler. Dağlardaki varlıkları biz erkekleri esas işlerimizden alıkoyuyor” safsatasına dayalı bir erkeklik programıyla, dağlara çıkmış kadınları ordudan atma kararı alır ve bunu kendi egemenlik sınırları ve beyliği olarak ilan ettiği Amed hanedanlığında uygulamaya geçirir. Dağlara özgürlük uğruna çıkan onlarca kadın, sözde siyasal örgütlenme çalışmaları yapmak üzere savunmasız bir şekilde ovalara gönderilir. Bu karar tamamen bireysel inisiyatifle alınır ve lokal olarak uygulanır. Mesele örgütün tamamına yansıyıncaya değin, onlarca kadın ya ovalarda kıskıvrak, ya yaşamlarını ya da yaşadıkları bu ağır duruma anlam veremedikleri için kendilerini teslim etmek suretiyle tasfiye olmuşlardır. Bir de daha da ileri gidilerek, bu durumun dağlarda mevzilenilen tüm gerilla birliklerine uygulanması, yukarıda birkaç cümlesinden örnek verdiğimiz uzun bir metin ile önerilir. Bir savcılık makamı gibi kadının mahkum edilmesinin iddianamesi hazırlanır ve yapılan aslında bir infazdır. İkinci büyük tehlike ise, Zele süreci olarak adlandırılan süreçtir. ’92 yılında PDK,YNK ve TC ordu güçlerinin PKK’ye karşı yaptığı ortak operasyon sonrası, yine dönemin Xakurkê cephesinden sorumlu komutanının bireysel anlaşması sonucu yerleşilen Zelê‘de, yüzlerce kadın, bir erkeğin ekseninde döndürülür. Burada da tartışılan da bir kadın ordulaşmasıdır. Buradaki ordu modeli sözde örgütsel çözümlemelere dayandırılır, ama somutta tam bir çarpıtmayla erkeğin egemenlik ekseninde bir kadın ordulaşması hedeflenir. Başka bir deyişle bir erkeğin ordusu olacak kadınlar istenir. Henüz tüm bunları değerlendirebilecek bir bilince ve ideolojik formasyona sahip olmayan kadın yapısı, önüne çıkan her dalgaya, her rüzgara kapılan bir yaprak misali oradan oraya savrulur.
Bu iki örnek, kadınların özgür bir bilinçle, özgün bir şekilde, adeta bir cins devrimi programı çerçevesinde yeniden örgütlenmesi ihtiyacının ne kadar yakıcı olduğunu anlamak açısından çok çarpıcıdır. Dağlarda binlerce kadının salt fiziksel varlığı bir şey ifade etmediği gibi, bir tehlike de teşkil edecektir. Çünkü çok tehlikeli bir erkeklik de yanıbaşlarındadır. Bilinçli, iradeli, örgütlü binlerce kadın, mevcut mücadele için olduğu kadar, köklü bir toplumsal gelişim için de temel bir dinamik olacaktır. Tersi de bir o kadar geriletici rol oynayacaktır. Bu tartışmaların sürdüğü dönemde, Suriye sahasında bulunan Mahsum Kokmaz Akademisi’nde bir araya getirilen, Amed, Zelê başta olmak üzere birçok farklı alandan kadın ve erkek kadronun yer aldığı eğitim devrelerinde, kadın ordulaşması ve örgütlenmesi konulu beş ciltlik çözümlemeler yapılır. Bu çözümlemelerle eş zamanlı olarak dağlardaki güçlere de ordulaşma adımının pratikleşmesi direktifi verilir.
Buna göre ilk adımda, kadınlar ve erkekler ayrı üslenecek, kadınların kendi özgün yönetimleri, yaşam planları, eğitim örgütlenmeleri olacak, zaten birbiriyle koordine halinde olan tüm gerilla güçleri gibi, kadınlar da bulundukları alanlardaki diğer güçlerle, eşitlik ve özgürlük komiteleri yoluyla eşgüdüm halinde çalışacaklardır. Karma yönetimlerde kadın ve erkek sayısının eşit olması da bu dönem düzenlemelerinde karar altına alınır. Ancak bu adım daha baştan hem erkek, hem kadın yapısı tarafından tepkiyle karşılanır. Eskide bıraktığı yaşamında her zaman bir erkeğin korunması altında kalmaya göre kodlanmış kadınlık ile, kadını korunmaya muhtaç, güçsüz ve dolayısıyla yönetilmesi gereken bir varlık olarak gören erkeklik burada tekrar sahneye çıkar. Kadın ve erkeklerin karara karşı direnme biçimleri kendisini farklı argümanlarla ortaya koysa da, taban tabana uyuşur. Erkekle aynı karma birlikteyken fiziksel olarak inanılmaz bir performans gösteren bazı kadınlar, kadın
birliklerinde hiçbir pratik çalışmaya aynı coşkuyla katılmazlar. Bir kadının yönetiminde oluşu kabullenemeyen yaklaşımlara giren kadınlar da vardır. Erkeklerse, “Kadınlar ordulaşamaz, biz olmadan yalnız başlarına bu vahşi dağlarda yapamazlar, ne olursa olsun bize muhtaç kalacaklar, tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer, kürkçü dükkanıdır” gibi yaklaşımlara girerler. Yine bazı kadınlarda bu mantıkla çakışan bir tarzda, “kadın komutanlık yapamaz, kadına güvenilmez, biz bir arada yapamayız, mutlaka erkekler olmalı” tarzında yaklaşımlar da gelişince, ordulaşma adımının oldukça isabetli, ancak pek de kolay ilerleme gösteremeyecek bir adım olacağı daha baştan anlaşılır.
Bu yaklaşımlar kadını körelten yaklaşımlardır. Dağlarda yürüyen kadın kendisine öncülük eden bir erkek olunca coğrafyayı öğrenemeyecek, barınaklarını erkekler yaptıkça, vahşi doğa koşullarına karşı korunma mekanizmalarını yaratamayacak, kendisini eğitme faaliyetini kendisi yapamadıkça, erkek aklı ona üstün gelmeye devam edecektir. Bu nedenle, bu özgün örgütlenme elzemdir. Kadınlar ya dağları tanıyarak arazi hakimiyetini elde edecek, ya kaybolacaklardır. Ya barınak yapmayı öğrenecek, ya dondurucu soğuklara yenileceklerdir. Ya kendi eğitim ve yönetim mekanizmalarını yaratacak, ya da erkeğin güdümünden kurtulamayacaktır. Kaldı ki, bazı işler göründüğü gibi kaba kuvvet gerektirmez. Isınmak için kesilen bir odun kütüğünü, doğru noktadan vuran herkes kırabilir. Bunun için bilek gücü şart değildir. Hele hele bu savaşın, ideolojik ve ilkesel yanlarıyla salt kaba kuvveti değil, akıl ve yürek gücü gerektirdiği gerçeğine bakılırsa, aslında bu mücadeleyi sadece erkeklerin işi olarak ele almaya bir son vermek gerekir. Nitekim bilim, kadın aklının erkeğinkinden daha helezonik ve farklı bir derinlikte işlediğini belirtir. Madem akıl var, cesaret var, kaba güç de şart değil, o zaman eksik olan nedir? Tabii ki özgün bir bilinç, örgütlenme, irade beyanı, kendini yaratmadır eksik olan. Bunları aşabilmenin formülü de ordulaşmadır. Buradaki ordulaşma kavramını, kendi öz örgütlenmesini geliştirme temelinde ele almak daha doğru olur. Nitekim, sözü edilen salt silahlı bir güç değildir.
(Devam edecek)