Lilith’in kanatlarıyla özgürlüğümüze uçalım!
Kadınlar her gün öldürülmeye, şiddetin her türlüsüne (fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik) maruz kalmaya, emeklerinin görünmez kılınmasına, kimliksizleştirilmeye, yok sayılmaya devam ediyor. Bunu defalarca her yazımızda somut örnekleriyle beraber en ince ayrıntısına kadar işledik ve tüm bunların sistematikliğinin yani yüzyıllardır süregelmişliğinin bir tesadüf olmadığını her defasında yeniden gördük. Tekrar belirtmekte fayda var; bunların hiç biri tekil olaylar değil, belli bir sistematikle gerçekleşiyor ve bir amacı var. Bu amaç ise kadının ezen-ezilen ilişkisinde, ezilen konumunu korumak ve erkeğin iktidarını sağlamlaştırmak. Bu amaç doğrultusunda süreğenliğini koruyan erkek egemen sistem, her politikasını buna uygun olarak belirliyor.
Çeşitli araçlarıyla toplumsal şekillenişi etkileyen, politikalarını pratiğe geçiren sistem, toplumsal cinsiyet rolleri dağılımıyla konumunu sağlamlaştırıyor.
Sistem, daha anne karnındayken ultrasonla cinsiyetin belli olması itibariyle toplumsal cinsiyet rolleri ile saldırılarına başlıyor; erkek çocuğuna mavi rengiyle özgürlük vaat edilirken, kız çocuğuna pembe ile kırılganlık, narinlik vs ve dolayısıyla bağımlılık layık görülüyor. Dünyaya gözlerini açan bir bebek, yaşamının devamında oyuncaklarından, ilgi duyacağı konulara, mesleğine vb. önceden belirlenen kalın çizgilerle muhatap kalmak zorunda kalıyor. Mitoloji ve dinler de sistemin toplumsal cinsiyet eşitsizliğini beslediği önemli kaynaklar olarak kendini var ediyor. “Kadınların dünyası evi, erkeklerin evi dünya” söylemi tam da bu bahsettiğimiz ufak(!) ama etkisi büyük yansımalarla hayat buluyor. Gecesiyle gündüzü, yaşamın her anı erkeklerin özgürlüğüne hizmet ederken, kadının gündüzüne bile müdahaleler gerçekleşiyor; geceleri düşlemesi imkansız hale getiriliyor. Kadının dört duvar arasından çıkma çabaları, katledilme ve şiddet ile yüzyüze kalmasına sebep olurken bunlar olmadığı takdirde ise bağımlılık çarkı kadını kuşatıyor. Dışarı adım atabilmiş bir kadın doğduğu andan itibaren maruz kaldığı toplumsal cinsiyet şekillenişinin bir yansıması olan “bağımlılık” ağına takılıyor; bu sefer de “kendi isteğiyle” dört duvar arasına dönüyor.
Bağımlılık ağına takılmak ve “güvenli” ortam arayışı
Colette Dowling’in Sindrella Kompleksi isimli kitapta bağımlılık durumuna ilişkin bir çok örnek verilirken kafamızda somutlanması için biz de örneklendirelim. Ayşe, bebeklik çağından itibaren ailesinin koruması altında. İlk adımlarından itibaren düşmesi korkusuyla ailesi hep bir adım arkasında duruyor. 3-4 yaşından itibaren oyuncak bebekleri, küçük mutfak oyuncakları, minik oyuncak ütüsü ile oynuyor. Eve gelen misafirlere plastik mutfak eşyaları ile hayali kahvesini ikram ediyor; takdirle karşılanıyor. Dört duvar arasındaki işlerde yetkinliğinin gelişmesi gerektiğini bu yaşlar itibariyle anlamaya başlıyor. Özellikle okul çağı ile beraber erkek çocukları ile olan ilişkisi sorunlu geçiyor; çünkü onların oyunları rekabeti güçlendiren oyunlarken kendisine burada yer bulamıyor. Kavga etmek ona saçma geliyor, “Demek ki bu benim için gerekli bir şey değilmiş!” demek onun için daha kolay artık. Saçı çekildiğinde kavga edemiyor, ağlıyor, köşesine çekiliyor. Üstelik aile içerisinde de her sorumluluk alması gereken bir olay olduğunda çeşitli müdahaleler ile karşılaşıyor. “Aman yapamazsın sen kızım! Dur ben bakayım” sözü en çok duyduğu sözlerin başında geliyor. Bu onun için güvenli bir ortam anlamına gelmeye başlıyor. Sorumluluk alması gereken durumlarda yanında güvenebileceği kimse yoksa kafası çok karışıyor, anında müdahale edemiyor. Birisine mutlaka fikir sorması gerekiyor, ki yanlış yaptığında sorumluluk üzerinde kalmasın! Ergenlik çağında tek başına alması gereken sorumluluklar artınca bocalamaya başlıyor ve karşısına koskocaman bir özgüven problemi çıkıyor. Gençlik ve erişkinlik dönemlerinin temelleri bu şekilde atılırken Ayşe, birilerine bağımlılığı gelişmiş, özgüven problemi yaşayan, tek başına kalmaktan oldukça korkan bir kadın halini almış oluyor.
Artık Ayşe ailenin dört duvar arasından sıyrılıp dışarı bir adım atsa dahi kodlarına işlenen bağımlılık halinden ötürü, aile ortamındaki o “güvenli” ortamı arayacak ve buna göre yaşamını şekillendirecek. Çoğunlukla bu “güvenli” ortam endişesiyle evlenmek, ilişki kurmak tercihi olacak. Tek başına kalma korkusu ile düşüncelerini dile getirmekten korkacak, doğru bildiğini söyleyemeyecek, her zaman yanında olacak birilerini arayacak. Attığı her adımın güvenli olmasından emin olmak isteyecek.
Yani Ayşe ailesinin dört duvarından kopup başka bir dört duvarı tercih etmek durumunda kalacak. Ayşe dört duvar arasından çıkma pratiğinde kaba haliyle katledilmese ve şiddete uğramasa dahi ince haliyle kendisine işlenen misyonla aslında hep dört duvar arasında!
O halde kadının özgürlüğü nasıl gerçekleşecek?
Ayşe’nin durumu bütün kadınların yaşadıklarını işaret ederken “O halde kadının özgürlüğü nasıl gerçekleşecek?” sorusuna “(…) bizim kültürümüz söz konusu olduğunda kadının yaratılışı hala gerçekleşmedi. Yani kadının kendi benliği ve dünya deneyimiyle varoluşu. Bu gerçekleştiği anda erkeğin kendine bakışı ve bütün bir kültürün şu ana kadar ona verdiği şeyler geri alınacaktır, gerçek bir dünya devrimi yaşanacaktır. Bu nedenle en ağır şartlarda savaşmak gerekecektir ve bu hafife alınacak bir şey değildir” (Lilith, Vera Zingsem, İlya Yayınları, Syf: 275) cevabını verebiliriz.
Evet, kadının yaratılışı hala gerçekleşmedi! Bu yaratılıştan kastımız kadının, bağımlılık halinden kurtularak, “güven ortamı” arayışına girmeyerek; kısacası kendi benliğiyle yaşamın her alanında var oluşu gerçekleştirmesidir. Ezen-ezilen ilişkisinde eşitlenmek adına “erkekleşmek” kadının kendi benliğini reddetmesi, zaten yok sayılan kimliği adına mücadele vermeksizin iktidara yedeklenmek anlamına gelirken erkek egemen sistemi de bu durum güçlendirmektedir. Kadın “erkekleşerek” kendi cinsinin özgürlük mücadelesine katkıda bulunamaz, tersi yönünde sonuçlara neden olur. Kendi benliğini çiğner, kadın kimliğinin yok sayılmasına herhangi bir niyet taşımaksızın katkıda bulunur.
O halde kadının özgürleşmesi, kadının yaratılışının gerçekleşmesi için kadın kendi benliğini bulmak, kendi kimliği ile mücadele etmek zorundadır! Yüzyıllardır erkek egemen sistemin kuşatması altındayken ve hala da bu sistemin saldırıları ve politikaları eşliğinde mücadele yürütmek zorundayken benliğimizi keşfetmek, kendi gücümüzü bulmak zor olacak; farkındayız! Ancak “kadın katliamı var” diyerek, kadına yönelik şiddetin sistematik halinin farkında olarak, görünmeyen emeğimizi görünür kılmak için verdiğimiz mücadeleyle aslında kendi benliğimizi keşfetmeye çalışmıyor muyuz? Bu keşfetme hali kadının yaratılışında önemli bir yer kapsamaktadır. Kadınlar, kadın katliamını, kadına yönelik şiddeti, görünmeyen emeği yaşamın her alanında tartışır ve tartıştırır hale gelmişken; bunlara yönelik çeşitli mücadele yöntemleri de geliştirmiş hale gelmişlerdir. Ancak bunlar erkek egemen sistemin en görünür saldırı biçimleri.
“Görünmez” zaaflara karşı zorlu mücadele!
Bir de o kadar da görünür olmayanları var ki bunlara karşı mücadele yürütmek, farkındalığı sağlamak ve karşısında durmak çok daha zor! Erkek egemen sistem kadına yazımızda bahsettiğimiz misyonları yüklerken, erkeğe ise ezen-ezilen ilişkisindeki ezen olması için çeşitli misyonlar yüklemektedir. Bu misyonlar, kadının ezilen olarak kalmasını sağlamlaştırmak adına sistem tarafından yüklenirken erkeğe yaşamın her alanında “ayrıcalık” sağladığı için erkeğin bu misyonları görmesi-farkına varıp mücadele geliştirmesi oldukça sancılı olmaktadır. Erkek egemen sistemin kadına yönelik en görünür saldırı biçimlerinin (şiddet, öldürme) kadın mücadelesi ile “farkında” olan erkekler, buna karşı kendilerini dışta tutarak kadın mücadelesini desteklemektedir(!). Ancak “işin ucu” daha ince noktalara dokunduğunda, ezen-ezilen ilişkisi kendini daha rahat ortaya koymaktadır. “İnce”, görünmez zaafları ile yüzleşmek zorunda kalan erkek, erkek egemen sistemin ona kazandırdığı ayrıcalıkları kaybedeceği korkusu ile pervasızlaşmakta, kaybedeceklerini korumak için daha ince bir savaş yürütmektedir. Özellikle kadın-erkek ilişkilerinde açığa çıkan bu durum, aslında toplumsal yaşamın her alanında karşımıza çıkıyor. Kadının, kadın bilincini açığa çıkarması ile eşgüdümlü olarak bu çatışmanın artığını söylemek mümkün.
Somutlamak adına Ayşe örneğini bir az geliştirelim. Ayşe, bütün bebeklik, çocukluk, ergenlik dönemlerinin ardından yetişkinlik sürecinde kadın mücadelesi ile tanışıyor. Ezilen cins olma durumunun farkına varan Ayşe, okumalar yapıyor, tepkisini sokaklarda, meydanlarda haykırıyor. Diğer kadınlarla beraber kadın bilincini geliştirmeye çalışıyor. Çevresindeki erkek arkadaşları kadına yönelik şiddete, kadın katliamına karşı yürüttüğü bu pratiklerinden ötürü onu çoğu zaman destekliyorlar. Ancak ne zaman ki Ayşe, onların zaaflarını açığa çıkarıyor ve buna karşı açık olarak mücadele yürüteceğini, onların bu zaaflarını aşmaları gerektiğini söylüyor; o zaman işler değişiyor. Karşısındaki erkekler ona, ufak meselelerini büyüttüğünü, kompleksli olduğunu, erkek düşmanı olduğunu vs. ifade ediyorlar. Ayşe yılmıyor, erkek egemen sisteme karşı mücadele yürütmenin böyle bir şey olduğunu; sistemin en görünüründen en görünmezine sistemin bütün politikalarına karşı savaşmanın zaaflarla yüzleşip onları yok etmeyi gerektirdiğini açıklıyor. Ancak erkekler anlamamak için ellerinden geleni yapıyorlar; Ayşe onlar için hala “erkek düşmanı”, “kompleksli”, “ufak meseleleri” büyütüyor!
Bu örneklendirmede erkeğin var olan konumunu –ki bunu en başından beri erkek egemen sistem sağlamıştır- kaybetme korkusu var. Sistemin kendisine sağladığı ayrıcalıkları kaybetme korkusu, erkeğin her türlü baskı-şiddet politikasının uygulayıcısı olmasını yok açıyor.
Açıktır ki, tüm “görünür-görünmez” politikalarıyla erkek egemen sisteme karşı mücadele yürütmek oldukça zorlu bir yol. Kimi zaman kayalarla kimi zaman ise çakıl taşlarıyla örülü olan bu yolda kadınlar olarak bizler düşe kalka, yaralanarak ama güçlenerek yürüyoruz. Yaralarımız kabuk bağlarken çok şey öğreniyor; kendi benliğimizi keşfediyoruz. Ve yeni kadının yaratılışı yolundayız!
Kendimizden öğreneceklerimiz var!
Ezen-ezilen ilişkisinde ezilenlerin birlikte mücadelesi kazanımı getirecektir. Nitekim kadınlar olarak birbirimizden öğrenebileceğimiz yığınla şey var. “…kendimiz ve bize benzeyenlerle yani diğer kadınlarla birlikte bir işbirliği içine girmemizin zamanı geldi; çünkü kadın olmak hakkında, bize her açıdan erkeklerden fazla şey söyleyecek olan onlardır”(Lilith, Vera Zingsem, İlya Yayınları, Syf: 278)
Zingsem’in bahsettiği işbirliği, kadın dayanışmasıdır. Kadın mücadelesinde ve yaşamın her alanında karşılaştığımız zorluklar ve çıkmazlar karşısında kadınlar olarak birbirimizle deneyimlerimizi paylaşmamız, kadın bilincimizi hep beraber açığa çıkarmamız, erkek egemen sisteme karşı savaşımızı büyütmemiz ancak kadın dayanışması ile mümkündür. Birbirimizden alacağımız güç ile kendi gücümüzün farkına varmamız-açığa çıkarmamız bu şekilde mümkün olacaktır.
İrademizi ortaya koymamızda, bağımlılık halinden kurtulmamızda, özgüvenimizi açığa çıkarmamızda kısacası güçlenmemizde kadın alanları oluşturmamız önemli noktada durmaktadır. Buralardan alacağımız gücü, sisteme ve onun yansımalarına karşı savaşımızda aktif bir şekilde kullanmamız, yeni kadını oluşturmamızı sağlayacaktır.
Havva ve Lilith el ele olsa…
Son sözümüzü Lilith’i anlatarak söyleyelim. Lilith mitolojide ve dinlerde Adem’in ilk eşi olarak bilinmektedir. Adem’in zorbalıklarına karşı eşit olmayı isteyen Lilith, bu isteğine karşılık bulamayınca Adem’i terk eder ve kendi yaşamını kurar. Tanrı ise buna karşı bir daha aynı şey başına gelmesin diye Havva’yı Adem’in kaburgasından yaratır! Havva uysaldır, Adem ile eşit koşullarda olmak gibi bir derdi yoktur. Çoğunlukla şeytanlaştırılan Lilith ve ona karşı örnek gösterilen Havva mitinde, Lilith ve Havva sürekli karşı karşıya getirilmektedir. Bu kıyasla ezilenlerin birliğini zedelemek adına olurken, kadın dayanışmasının da önünü katmak amacını taşıyor kuşkusuz.
Gelin bizler beraber bu miti değiştirelim. Havva, Lilith ile beraber Adem’e karşı mücadele yürütsün; toplumsal cinsiyet eşitliği sağlansın, erkek egemen sistemi beraber yıksınlar.
Ve bizler Lilith olalım! Onun kanatlarında özgürlüğümüze doğru uçalım; benliğimizi bulalım, bağımsızlığımızı elde edelim ve yeni kadını yaratalım!