Güncel

Orlando: “Vurulup paramparça olan sizin dünyanız değil!”

Karin Karakaşlı, Adriano Sack’in die Welt’te yayınlanan yazısını KaosGL.org için çevirdi:

Pulse’da yaşanan terör genel olarak batı kültürüne yönelik bir saldırı değil; özel olarak eşcinsellerin kulübüne yönelik. Bunun ne demek olduğunu da pek çok heteroseksüel tahmin dahi edemez.

Madonna 2005 sonbaharında ‘Confessions on the Dancefloor’ albümünü tanıtmak için New York’taki Roxy adlı gey kulübünde sahneye çıktı. Girişteki arbede sırasında misafirlerden biri tavandan düşen bir disko küresi yüzünden az daha canından oluyordu. Şovu bittikten sonra Madonna hayranlarına şöyle seslendi: “Ben diskoda doğdum.”

Bilindiği üzere Madonna Detroit’in bir banliyösünde dünyaya geldi. Bu cümleyle söylemek istediği aslına şuydu: Bitmekte olan 20. yüzyılın en büyük kadın pop yıldızı olmak için ihtiyaç duyduğu bilgi ve beceriyi dans eden eşcinsellerin arasında öğrenmişti.

Bugün Roxy’nin mekânı İsviçreli devasa Hauser & Wirth galerisi tarafından dekore edilmiş durumda. Sadece ana mekânlara çıkan o renkli merdiven müdavimler için eski bir kalıntı olarak duruyor. Ama kulüpler zaten hep böyledir. Gelir ve geçerler. Orlando’daki Pulse da insanların kendilerine kimlikler vakfettiği, kariyerlerin doğduğu, ya da tek gecelik ilişkilerin yaşandığı bir yerdir. İşte burası Cumartesiyi Pazara bağlayan gece ölümün mekânı oldu.

Bu katliam ABD ve başka yerlerdeki rastgele ateş açılan saldırılar geleneğindeki yerini aldı. Aynı zamanda batıdaki insanlara ve hedeflere yönelik İslamcı saldırılar içerisine de dahil oldu. Ölenlerin sayısının bu kadar yüksek olması dolayısıyla korkunç bir katliam. Ama ayrıca başka bir şey mi? Benim için evet.

Bir gazeteci olarak insanların felaketleri kişisel olarak ele aldıkları metinlerden haz etmem. Yine de bu vakada olayı kişisel olarak algılamamakta zorluk çekiyorum. Çünkü iyi niyetli meslektaşlarım ne düşünürse düşünsün, hangi görüşü savunursa savunsun, ne yazarsa yazsın… Otomatik silahla taranan ve paramparça olan bizim ortak dünyamız değildi. Bu, benim dünyamdı.

Bir gey kulüp sadece genç erkeklerin içmek ve dans etmek için buluştuğu bir yer değildir. Burası bir korunaktır. Kulüpte geçirilen gece bir eşcinselin hayatında yalnız olmadığı, alay edilmediği ya da şüpheyle bakılmadığı ve tamamen korkusuzca var olabildiği ender zamanlardan biridir. Bu özellikle Orlando gibi şehirler için daha da geçerlidir. Çünkü ABD doğu ve batı kıyısındaki merkezler dışında baskıcı, muhafazakâr ve pasif agresif bir ülkedir.

Pulse gibi yerler sanıldığının aksine iyi kazanan eşcinsel elitlerin buluşma yeri değildir. Aksine buraya Amerikan kırsalının diğer herhangi bir yerinde hoş karşılanmayacak herkes gelir; gençler, yaşlılar, güzeller, pek de güzel olmayanlar, “kadın kılığına bürünenler” ve kaslı, kolsuz üstlü ve beyzbol kasketli erkekler… Böylesi mekânlar göz alıcı ya da lüks değildir. Olmaları da gerekmez. Buralar genç bir eşcinsel erkeğin New York uçuşu için yetecek parayı toparlayana kadar sığınabileceği yegâne mekânlardır. Ya da Berlin uçuşuna… Özgür bir hayat umudunun olduğu herhangi bir yere.

 

Gerçek erkekler kesin bir sınır çizer: Biz buraya. Sen oraya

Kişisel olarak durumumdan şikâyet edemem. Eşcinsel olduğum için bugüne kadar sadece üç kez fiziksel olarak taciz edildim (bir kere Madrid’te, iki kere Hamburg’da ve bu arada her üçünde de Müslüman olmayan adamlar tarafından). Beni olduğum gibi kabullenmenin ya da öyleymiş gibi davranmanın şık olarak görüldüğü bir alanda çalışıyorum.

Aslında hiç de öyle göze batıcı olmayan giyim tarzıma yönelik yorumlardan nasiplenmediğim hiçbir yayın toplantısının olmadığı yıllar da vardı gerçi. Ve futbolla ilgili görüş beyan ettiğimde, herkes göstere göstere bu konudaki deneyimimin Mats Hummels’in bacak boyuna yeteceğini hissettirdi. “Sen futbolla ilgileniyorsun, öyle mi?” diye sırıttı gerçek erkekler. Pek de dostane değilmiş gibi görünmüyor. Ama bir yandan da net bir sınır çiziyor: “Biz buradayız. Sen orada.” Elbette bunların hepsi teferruat. Ve ben bunlarla yaşayabilirim. Seçme hakkım da yok zaten.

Batı dünyasının iyi bir yolda olduğunu düşünüyordum. Ve bu yüzden de Orlando’daki katliamı o genel İslama karşı şüpheyle yaklaşan bir çerçevede ele almayı reddettim. Yani örneğin Donald Trump gibi bakmayı. Eşcinsellerden nefret eden ve onları tartaklayan pek çok Müslüman var. Almanya’da da varlar. Yaşadığım Kreuzberg’de de. Ve eşcinsellerin takip edildiği, işkence edildiği ve öldürüldüğü pek çok Müslüman devlet de mevcut.

Ancak eşcinsellere karşı ayrımcılık haritasında sadece Müslüman ülkeler yok. Ve şu bizim medeniyet deparımız sandığımız kadar büyük değil. Elbette Almanya’da eşcinseller eskiye kıyasla daha özgürce yaşıyor. ABD’de de durum bu.

Bundan iki yıl önce çok özgürlükçü bir kilisenin taze sertifikasını almış ruhanisi olarak iki yakın arkadaşımın nikahını kıyma onuruna eriştim. Celement, Paris’ten geliyordu, Patrick de Boston’dan. Babalardan biri gelmek istememişti, diğeri vefat etmişti. Ve her iki anne de bu törenden kamuda çok bahsedilmemesini rica etmişlerdi. Düğün Williamsburg’daki bir otelin çatısına yapıldı. Tören boyunca trafik gürültüsüne karşı sesimi duyurmaya çalışmak için bağırdım durdum. Törenin ardındansa New York’a kerhen gelmiş olan bu iki anne bana bu güzel tören ve yerli yerinde konuşma için teşekkür etti. O akşam batı dünyasının iyi yolda olduğunu düşünmüştüm. Ve yaşamak istediğim başka bir dünya da yok zaten.

 

‘Bizim mücadelemiz asla bitmez’

Ama Almanya’da yasalardaki son ayrımcı paragrafların ortadan kalkışının üzerinden bir kuşak bile geçmedi. Eşcinsel çiftler ne evlenebilir ne de evlat edinebilir. Ve aranızda biz eşcinsellerin bir rahat vermemiz gerektiğine inanan varsa, ev sahipliği edilmiş bir maçın bitiminde en yakın erkek arkadaşıyla el ele tutuşarak metroda oturmayı denesin.

90’lı yıllarda Hamburg’da gece hayatının merkezi Reeperbahn’daki ağırlıklı olarak eşcinsellerin geldiği bir barda ve Front adlı Almanya’nın en aşırı uçtaki, en eşcinsel ve müzikal olarak en progresif barında barmen olarak çalıştım. Bu bara sık sık bela arayan dazlaklar gelir, çoğunlukla korkumuzun kokusunu almak ister ve ardından çekip giderlerdi.

Ancak bir gece siyah bir adamı kapımız kadar kovaladılar ve kanalizasyon kapaklarını camlara fırlatmak suretiyle barı kuşattılar. Polis ise karakol 150 metre ötede olmasına karşın, ancak yarım saat sonra ortaya çıktı. Bu, hayatımda ölebileceğimi düşündüğüm ilk gece oldu.

Front da düzenli olarak saldırıya maruz kalırdı. Girişteki güvenlikçiler beyzbol sopalarını olası bir saldırı için hep el altında bulundururdu. Ancak Ömer Metin gibi bir kararlılık ve cephanelikle yüklü bir adama karşı muhtemelen bu sopaların da bir faydası olmazdı.

Eşcinsel bir arkadaşım katliamdan birkaç saat sonra Facebook’ta şöyle yazdı: “Bizim mücadelemiz asla bitmez.” Ne yazık ki haklı.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu