İsyanın kadın yüzü; Vardık, varız, var olacağız!
Cuma ve Cumartesi günleri Taksim’in yanıp kavrulduğunu öğrendim ve gitmek için sabırsızlanıyordum.
Anlatılanlara inanmakta zorlanıyordum, çünkü 1 Mayıs’tan sonra nerdeyse her gün zaten gaz soluyorduk Taksim’de.
Bu bazen 3’erli 5’erli ya da 50’şerli gruplar halinde oluyordu. Ama anlatılan ve TV’den gördüklerim binlerce ile karşılığını buluyordu o gün.
İki gün süren meydan savaşının kazanımla sona erdiği gündü Taksim’de kalmaya başladığım gün. ‘Taksim’de kalmak’ dedim; kalmanın ötesiydi aslında yaşananlar; direnmeyi soluyorduk artık -biber koksa da-, sesli düşünmenin sloganlaştığına tanık oluyorduk İstiklal’ de yürürken ve İstanbul’un orta yerinde, Türkiye’nin kalbinin attığı yerde binlerce kişiyle birlikte “orman” olmayı öğrendiğimiz gün ben de ordaydım; Taksim!’de.
Gölgemizden korkmayı öğrettikleri günler geride kalmıştı benim için; sesimizden, biber gazından, ses bombasından, TOMA’dan ve hatta insanlardan korkmayı öğrettikleri günler.
Yabancı zannettiklerimiz bizmişiz, meğer herkes hem kendine hem yanındakine biraz yabancıymış. Ama çok sürmedi tanıştık, kaynaştık, direndik, birbirimizi bırakmadık zor durumdayken.
Yaşamak öğreticiymiş, öğrendik.
Hayatın yedeğinde değil, içindeyiz
Gezi’de yapılan araştırmalara göre direnişe katılanların yarısı kadındı ve ben de onlardan biriydim. Her şeyin ve her yerin bir kadın yüzü vardır; “Gezi İsyan”ının da vardı. Kadınlık Rolleri’nin yasalarla garanti alınmasına karşı tepkimiz ve bedenimiz hakkında ancak kendimizin karar verebileceği gerçeğiydi belki kimi kadınları sokağa çağıran şey, belki de mücadele etmenin sıcak yüzüydü.
Biri bana şimdi sorsa ”Neden?” diye herhalde cevabım; “Sokağa çıkmamak için bir sebebim yok” olurdu. Bize ait hayatlar yaşamıyoruz ki, hayatın içinde değil, yedeğindeyiz. Buna isyandı aslında benim direnişe katılmamdaki sebep.
Biz kadınlar için çok farklıdır kendi sesimizi yüksek sesle duymanın anlamı. Kimimize göre kendimize güvenmenin en ileri noktasıydı belki barikat başında olmak, kimimize göre evden dışarı çıkmak ve hatta kimimize göre TOMA’nın karşısında durmak, “Biz de buradayız, ne yaparsanız yapın evlerimize dönmüyoruz” demek. Gezi Direnişinde “Kırmızılı kadın” bendim, “Siyahlı kadın” da, hatta elinde sapanla barikatta duran “yaşlı kadın da.
Hepimiz burada; şiddete, tacize, tecavüze, yok sayılmaya, üstümüzde estirilen iktidar rüzgârlarına karşı olanca gücümüzle direniyorduk ve direnmenin tadını aldık geri adım atabileceğimizi hiç sanmıyorum artık.
Artık çok geç, mücadeleye devam
Gezi direnişi süresince bir gerçekle daha yüzleştik; cinsiyetçi söylemlerin had safhada olması. Atılan sloganlanların cinsiyetçi ve homofobik olması önemli bir yanıydı bence. Bunu gündemleştirmek için Gezi’de Küfür Atölyesi yapıldı ve çıkan sonuçla cinsiyetçi yazılamaların karalanması kararına varıldı. İstiklal, İstiklal olalı böyle bir eylemle karşılaşmamıştı. Alkışlar eşliğinde yazılamalar yenileriyle değiştirildi ya da karalandı.
Ve şimdi “Anamızı da aldık geldik” diyerek biz bütün kadınlarla direnmenin tam da ortasındaydık. Hem herkes gibi özgürlüklerimizin kısıtlanmaması için mücadele ediyor hem de kadın olduğumuzu her fırsatta dile getirerek direnmenin kadın yüzüyle tanışılmasına vesile oluyorduk.
Kim öğretti bize direnmenin “erkek” olduğunu, neden her sinir ya da öfke söylemle de olsa kadınlardan çıkarılıyor? Bütün bu soruların cevabını bulmak hiç de zor değil. Ve hatta çok yakınımızda cevap kadınların meydanlarda olup mücadelesini verdiği; ataerkil sistem.
Böyle diye bizlerin hiç mi suçu yok, elbette ki var. Direnişin kazandırdığı ve öğrettiği şeyleri çabuk unutmamalıyız; çünkü sistemin dayanakları olan eril bakış açısını yıkmadığımız müddetçe değişen hiçbir şey olmayacak. Kadın dayanışması ve çalışmaları kendini nasıl da dayatıyor aslında.
Kadın örgütlülükleri, LGBT örgütler ve devrimci demokrat örgütlülüklerin önünde kat edilecek daha çok yol olduğu bir gerçek. Bu bağlamda Yeni Demokrat Kadın’a görev ve sorumluluklar düşüyor.
Mesela kendimizden başlayarak kadınlarla samimi sıcak örgütlenme çalışmaları yürütülebilir, Gezi Ayaklaması bunun en yakın tanığı.
Bir Yeni Demokrat Kadın olarak söyleyebilirim ki LGBT bireylerin işi bizden daha zor çünkü yok sayılmayı iki kat yaşıyorlar çünkü direnişçiler “Deli kanlı kim bakalım” ile erkekleri yüceltirken “Erdoğan’ çok tatlısın” diyerek hem kadını hem de LGBT’lere hakaret ediyorlardı. “Gezi’de cinsiyetçi, homofobik, küfürlü sloganlar istemiyoruz” dövizinin en azından yazılamalarda ve söylemlerde geçen cinsiyetçi yaklaşımlar hakkında fikrimi yansıttığını düşünüyorum.
Devletin ve kolluk güçlerinin kadınlardan korkması için bir sebebi daha var. Kadınlar sokaklarda ve direniyorlar üstelik evlerine dönmeyeceklerini söylüyorlar.
Polisin özel olarak kadın olma kimliğimize saldırması da bu sebeple çok şaşırtmadı bizleri. Ama karşılarında gördüler ki; Gezi Direnişinde barikatlarda olanların, gözaltına alınırken taciz etmelerine sesiz kalmayan Eylemler gibi “Direniş Operasyonu” adı altında tutuklanan ve Şakran Kadın Hapishanesinde kalırken çıplak arama işkencesine maruz kalan Elifler gibi örnekler karşımızda dururken bizlerin direnmekten vazgeçmesi artık çok geç.