Trans intiharları politiktir (2)
Mehtap Zengin’in intiharının ardından başta LGBTİ örgütleri olmak üzere birçok kesim “Trans intiharları politiktir” dedi. Bizler de Yeni Demokrat Kadın olarak LGBTİ intiharlarının neden politik olduğunu ve bu süreçte öne çıkan “Devlet-polis-çete el ele” sloganının anlamını sorduk.
İlk olarak Kaos GL’den Yıldız yanıtladı sorularımızı:
“LGBTİ intiharlarının politik olduğu o kadar aşikar ki…”
Yıldız Tar (Kaos GL): LGBT intiharlarının politik olduğunu söylediğimizde; homofobik ve transfobik iklimin lezbiyen, gey, biseksüel ve translara yaşama, nefes alma alanı bırakmadığını kast ediyoruz. Bütün bir toplumsal yapıyı ve kültürü şekillendiren heteroseksizm; ürettiği ve yeniden piyasada dolaşıma soktuğu normlar üzerinden gerek fiziksel şiddet gerekse de çeşitli ayrımcılıklar yoluyla LGBT’lerin kendilerini gerçekleştirebileceği alanları yok ediyor. En iyi ihtimalle asimile olmaya, kendi kimliğini saklamaya ve düzene boyun eğmeye zorlayan heteroseksizm; inkar ve imha politikaları yoluyla LGBT hakikatini görünmez kılmaya çalışıyor.
Haliyle, böylesi bir iklimde LGBT’lerin bütün bu toplumsal hiyerarşi ve ayrımcılıkla sarmalanmış hayatları LGBT olmayanlara göre iki kat daha zorlu oluyor. Ayrımcılık ve şiddet sadece ayrımcılık ve şiddet değildir. Şiddete uğrayan ya da ayrımcılıkla karşılaşan kişilerde büyük bir tahribat, özgüvenin ve öz benliğin yerle bir edilmesi sonuçlarını doğurur. Söz konusu LGBT’ler olduğunda sosyal destek mekanizmalarının olmaması bu sonuçlarla başa çıkabilmenin ve hayata devam etmenin önünü kesebiliyor.
Kaos GL Dergisi’nin 1997 yılının ilk sayısında, dönemin ifadesiyle “Eşcinsel ve travesti cinayetleri politiktir. Evlerinde, sokaklarda, parklarda öldürülen; intihara sürüklenen eşcinsel ve travestilerin hesabı bir gün sorulacaktır” denerek daha 90’lı yıllarda dikkat çekilmeye çalışılan gerçeklik; şiddetin sadece nefret cinayetleri şeklinde kendini göstermeyebileceği hakikatidir. Nefret ideolojileri ve onunla yakından ilgili ayrımcılık; yöneldiği grupta yarattığı etkiyle de değerlendirilmesi gereken bir olgudur. Nefret suçları sadece öldürülen ya da saldırılan kişiyi değil; o kişinin maruz kaldığı toplumsal grubu da hedef alır. O toplumsal kimliği taşıyan kişilere açık bir mesaj gönderir. Yarattığı korku ve yılgınlık atmosferinden beslenir. Bu atmosferle mücadelede ise ilk etaptan yaratılması gereken dayanışma ve güven duygusu olmalıdır.
Eylül Cansın ya da Mehtap Zengin’in kendi hayatına son vermesini konuşurken bu şiddet mekanizmaları kadar; gündelik hayatın her alanına sinmiş ayrımcılığı da konuşmamız gerekiyor. Düşünün ki cinsiyet kimliğiniz veya cinsel yöneliminizden ötürü hayatın her anında yargılayıcı bakışlarla karşılaşıyorsunuz, çalışma hayatında tacize sürekli maruz kalıyorsunuz hatta çoğu zaman iş bulmanız mümkün olmuyor, Avcılar Meis Sitesi’nde olduğu gibi barınma hakkınız linç girişimleri ve transfobik medya kampanyaları ile engelleniyor… Ve bütün bunlar sistematik bir şekilde normalleştiriliyor. Bu koşullara maruz kalmanın kendisinin yaratacağı yıkım, kişisel bir bunalımdan ziyade toplumsal bir sorunun kişide yarattığı yok edici ve yıkıcı etkilerdir.
Haliyle, LGBT intiharlarının politik olduğu o kadar aşikar ki… Psikologlar Derneği’nin intiharın ardından açıklamasında dikkat çektiği araştırmalar da bu tezleri doğruluyor. Yapılan araştırmalar, ayrımcılığa maruz kalmanın, hak ihlaline uğramanın ve aileden dışlanmanın; depresyon, kaygı, travma sonrası stres bozukluğu gibi psikolojik sağlık bozulmalarına yol açtığını, intihar düşüncesine yatkınlık riskini arttırdığını, bireylerin bağışıklık sistemlerini zayıflattığını ve iyileşmeyi geciktirdiğini ortaya koyuyor.
“Tek seçeneğimiz ‘gökkuşağından darağaçları’ değil”
Dikkat çekmemiz gereken bir diğer nokta ise; meselenin “LGBT’ler ve onlara zulmeden heteroseksüeller” sanal ikiliğinden çok daha çetrefilli olduğu. Heteroseksizm; diğer toplumsal ayrımcılık ideolojileri gibi toplumun tamamını şekillendiren; ilişkide olan bir ideoloji türüdür. Haliyle LGBT’ler de heteroseksizmden, onun yarattığı zehirden azade olmadığı gibi; LGBT’lere dönük nefret cinayetleri, ayrımcılık ve ayrımcılığın yarattığı yıkıcı etkilerle mücadele etmek için LGBT olmak gerekmez. İstisnasız her birimizin heteroseksizmin faili yani uygulayıcısı ve yine aynı şekilde mağduru olabileceğimiz gerçeğini görmemiz gerekiyor. “Devlet-polis-çete el ele” sloganı ile kast edilen de heteroseksizm ve onunla bağlantılı davranış biçimlerinin LGBT’ler de dahil herkeste görülebileceği ve sistemin zehrini bünyelerimizden atmanın aktif bir mücadele ile mümkün olduğu gerçeğidir.
Sloganın ilk kısmında yer alan “devlet” ifadesine ilişkin birçok şey söylenebilir ancak güncel örneklerden birisi; Anayasa’nın ayrımcılık ve eşitlik ilkelerinde “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ifadelerinin ısrarla yer almasının önüne geçilmesi olabilir. Yine aynı şekilde, bu coğrafyada nefret suçu ve nefret söylemi ifadelerini ilk kez Kaos GL Dergisi vesilesiyle dolaşıma sokan homofobi ve transfobi karşıtı hareketin, nefret suçları yasalarında ve düzenlemelerinde “cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği” ifadelerinin yer alması yönündeki talepleri görmezden gelinmiş dahası özel bir çabayla nefret suçlarına ilişkin yasal düzenlemeler LGBT’leri dışlayacak şekilde yapılmıştır. Nefret söylem ve suçunun ilk ve en önemli hedefi olan LGBT’lerin herhangi bir yasal korumaya sahip olmadığı gerçeği de ayrımcılığın katmerleşmesine ve toplumsal bir olgu olan intiharların yaygınlaşmasına yol açmaktadır.
Bütün bu karamsar atmosferin yanı sıra; LGBT’ler için tek seçeneğin “gökkuşağından darağaçları” olmadığını vurgulamamız gerekiyor. Ayrımcılığın bin türlüsüne karşı direniş odakları olarak homofobi ve transfobi karşıtı örgütlenmelerin artması; LGBT’lerin kendi hakları için sokakta, Meclis’te, okulda, iş yerinde, evlerde, sendikalarda mücadelesini arttırması; istisnasız her birimizi şekillendiren heteroseksizmin hem LGBT toplumundan hem de bütün toplumdan kovulması için umut ışığını canlı tutuyor. Mesele özgürlük ve eşitlik için mücadeleyi hep beraber, dayanışmayla örebilmenin yollarını bulmakta…