Deneyim

“We can do it” diyorum, tabi anlayana…

Sabah sabah yine bir nefret söylemine uyandık. “Başta Ankara olmak üzere birçok şehirde LGBT’lere yönelik tehdit afişleri asıldı” spotları ile sosyal medyada birkaç afiş fotoğrafı dönüveriyor. Dün gece gördüğüm şu şeyleri pek ciddiye almadan uyudum. Ama sabah işin ciddi olabileceğinin de farkına vardım. Şöyle bir tedirgin olmadım değil doğrusu. Daha dün bir yazı yazdıydım uzun bir aradan sonra. Oradan hareketle bugün uzun süredir yazayım dediğim başka bir yazıya da başlayacaktım ki ufak bir telaşlanma oluştu sanki bende. Bir şey çıkmayacağını düşündüğüm şu tehditlerin karşısında korkup sinmemek gerektiği gibi ciddiye almazlık da yapmamakta fayda var. Temkinli olalım bacılar. Ama tabi ki sinmemek de gerek.

17 Mayıs’ı yazacaktım aslında. Dün de dediydim yazımda. Bırakmadılar, dönme deneyimimi doya doya anlatayım. “Müslümanız” diyerek saklamaya çalıştıkları o hasetlerini “ahlâk” başlığı altında kusan LGBT’ler feyz duysun. Yarın yapılması muhtemel bir saldırı ya da linç girişiminde onların sosyal medya üzerinden ya da kendi aralarında yaptıkları konuşmalardan seçilecek kullanılacak cümleler. “Sonuçta Müslümanız”dan tutun da “Ama soyunmak da doğru değil”lere varan cümlelerin bir tık ötesinde, azıcık daha evrimleşmiş şekilde ısıtılıp sunulacak önümüze nefretin dili. Kullandığımız cümleleri seçmekte fayda var, “İslamofobik” ilan edildiğim olmuştur çünkü.

“Ay yine başladı” diyorsanız, doğru valla. Yine başladım. İçimde bir dönme varmış benim onu buldum şu son süreçte. Politik olarak kendimi zaten dönem dönem bir şeyler olarak tanımladığım oldu. Kötü ve yorucu günler yaşadığım şu 7 aylık süreçteki tek güzel şey kendimle barışmam oldu (kişisel olarak diyorum). Çıplaklıktan korkuyordum çünkü bedenimin kusurlu olduğunu düşündüğüm yerlerinden utanıyordum. Bununla yüzleştim. Her ne kadar kuir politika desem de kafamın içinde bir yerlerde hâlâ salt ikili cinsiyet takıntısı vardı. Bununla da yüzleştim. Heteronormatif ilişkilerimle yüzleştim filan. Bitti mi? Tabi ki hayır. Daha ne faşist yönlerim varmış göreceğim. “Kamuya açık 2 metrelik tuhaf travesti” aslında benim ruhumda bir yeri tanımlıyor. 17 Mayıs’ın dayanışma ve mücadele ruhu ile aydınlattığımız Ankara sokakları daha neler görür bilmem. Barikat başlarında direnen ibneleri ve dönmeleri göreceği kesin. Hele de şu tehdit durumundan sonra.

Ulan tam da yeni taşındık. Şugar Angara bebelerinin tadına bakacaktık, yeni bir hayat kuracaktık, DTCF’den başlayıp tüm Ankara’yı sallayacaktık. Böylesi hayallerim vardı. İş filan bulurum diyordum bir iki güne. Henüz bunların hiç birisi olmadı. Dönmeliğimi yaşatacak mı Ankara bilmem. Ama içimdeki dönmeyi durduramayacaklar. Ne devleti, ne polisi ne de her fırsatta içselleştirilmiş nefretlerini kusan o güruhlar. Onur yürüyüşlerinin ikisine de katılamadım. Bu üzdü aslında biraz. Olsun sonuçta “Bu daha başlangıç!”

Darmadağın bir yazı oldu ama söylemek istediklerimi söylüyorum. Anlayıp anlamamak okuyana bağlı. Beni bağlamaz (adeta sanat sanat içindir diyenlere benzedim ha!). Bir yerlerde mi okudum yoksa bir yerimden mi çıkardım emin değilim ama bana Gani’nin bir sözüymüş gibi geliyor “dönmenin garip bir hüznü var” diye bir cümle var hafızamda bir yerlerde. Güzel söz. Taşınmak gibi bir şey dönmek galiba. Eski alışkanlıklardan ve eski düzenden uzaklaşmak mutlu da etse hatıraların hüznü olabilir belki bu.  Ama asıl mesele içinde bir yerlerde. Dönüp dönüp o seni dışlayan topluma dönüvermek de var işin ucunda. Dozajı güzel ayarlamak lazım. Bugünlerde o dozajı tutturamayıp heteroseksizme bağlananlarla dolu gibi ortalık. İbnelik de bir dönme biçimi (kendini ibne ya da dönme yerine “gey, lezbiyen, biseksüel ya da trans” kelimeleri ile tanımlayan bebekler siz de benim kadar dönmesiniz, kaçamazsınız :*). Nasıl bir dönme biçimi olduğunu uzun uzun anlatmaya gerek yok. Bence şöyle bir “dönüp” geriye baktığınızda göreceksiniz. Neyse meselemiz nefret ve bundan sonra ne olacağı olmalıydı. Daha önce de dedim, niyetiniz ne kadar “iyi” olursa olsun kurduğunuz cümlelerin nereyi beslediği oldukça önemli. “toplumun hassasiyetleri”ni önemseyerek sarf ettiğiniz her şey, LGBT olun ya da olmayın önemli değil, o faşist güruhların işine yarıyor. Ben faşizme karşı bacak omza dururum, mesele değil. En sevdiğim pozisyondur zaten. Bacaklarım da sütun gibidir. Varoşlarda, barikatlarda, eylemlerde gelişti desem abartmış olmam heralde. Faşizme karşı omuz omuzadan, bacak omuzaya geçmek kolay değil (bu arada bekarım, güzel bacaklarım çok yalnız). Hangimiz direnmedik ki faşizme. İlla barikat ardında mı olur direniş. Dört duvar arasında sevişeninden, ayan beyan dönenine kadar hangimiz hedefi olmadık şu faşizmin. Boşuna mı diyoruz ya hep beraber ya hiç birimiz diye.

Bence şöyle bir toparlanmak vakti geldi artık. En ahlâksızımızdan başlayıp en namuslumuza, en dindarımıza ve en normalimize de gelecek sıra. En kalın dört duvarlar korumayacak hiç birimizi. Hitler’in eşcinsel subayını ne kurtardı faşizmden? Homofobik bir devrimin en devrimci o eşcinsel neferi aynı “devrimci şiddet”in altında ezildi. “Asiye nasıl kurtulur?” ironisini hatırlıyorum. Bağzılarınıza sığ gibi de gelse ben asıl şimdi söylenmesi gereken bir şey olduğuna inanıyorum şu sözün “gelin örgütlenelim ki değişsin dünya

Bir arada mücadele edip, yapıcı eleştiriler yaparak bu işi başarabiliriz. “We can do it” diyorum İngilizce konuşmayı sevenlere. Çünkü dönmek bir arada olmayı gerektirir. Biz dönerken içinde yaşadığımız dünyayı da döndürüp kurtarmıyorsak şu pisliklerden dönememiş oluruz. Başladığımız yere geri dönmemek için bacılar gelin hep birlikte öyle bir dönelim ki gidişat değişsin. (Ozan Uğur/Kaos GL)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu